Üzerinde düşünülmüş ve özen gösterilmiş yazının etkisi farklı olur. Güldal Mumcu’nun yeni çıkan kitabından hareketle Alper Görmüş’ün kaleme aldığı ‘Mumcu’nun katili hâlâ mı Ortaçağ karanlığı’ başlıklı yazı (Taraf, 20 Kasım) öyleydi. Etkisi bir süre daha devam edecektir.
Yazının belkemiğini Uğur Mumcu’nun uzun yıllarını verdiği Cumhuriyet gazetesi oluşturuyor. Cumhuriyet suikastın her yıldönümünde, Uğur Mumcu’nun bir ‘lâiklik şehidi’ olduğu anlamına gelen ve ölümünden ‘Ortaçağ karanlığı’ dediği bir düşünceyi suçlu bulan yorumlar yayımlıyor. Alper Görmüş, suikast sonrası ailece yaşadıklarını anlatan Güldal Mumcu’nun verdiği bilgilerden hareketle, “Cumhuriyet gazetesini çıkaranlar bu bilgilerin ne kadarından haberdardı?” diye soruyor...
Haklı bir soru. Haklılığı aynı teraneyi bugün bile tekrarlayanlar olması yüzünden... Oysa Güldal Mumcu, kendi tanıklıklarından hareketle, bu yakıştırmanın doğru olmadığını hep anlatıyor.
Uğur Mumcu‘lâiklik’ vurgulu yazılar yazıyor, ‘Kemalist’ çizgiyi izliyordu; ceketi içine giydiği yelekle bunun mesajını da veriyordu... Ancak hakkında ölüm kararı alıp tetikçilerine uygulatanlar, hiç kuşkunuz olmasın, Uğur Mumcu’dan çok farklı düşünmüyorlardı.
Ne yanlış/doğru yaptılarsa düşünceleri hep haklı çıksın diye yaptılar...
Cumhuriyet’i çıkaranlar Güldal Mumcu’nun kitabında anlatılanları biliyorlar mıydı peki?
Suikastı soruşturan savcı Ülkü Coşkun’un “Bunu devlet yapmıştır; siyasi iktidar isterse çözer” dediğini?
Soruşturmayı onun elinden alıp yerine atadıkları yeni savcı Kemal Ayhan’ın cinayetten “Uluslararası istihbarat örgütleri, biraz mafya ve karanlık güçler” dediği çevreleri suçladığını ve “Fâillere ulaşmaya çalışıyoruz” müjdesini verdikten kısa süre sonra evinde ölü bulunduğunu?
Dönemin Ankara Emniyet müdür yardımcısının, Emniyet genel müdürünün suikastla devlet arasında irtibat kurmaya yarayan sözlerini?
Bülent Ecevit’in kendisine gelip “Siz başbakan yardımcısısınız, ne olur üzerine gidin” diyen Mumcu’nun eşine, bütün nezaketiyle, “Güldal hanım, Uğur Bey de arı kovanına çomak sokmuştu ama” dediğini?
Evet, bunların hepsini ve daha fazlasını Cumhuriyet gazetesini çıkartanlar da, o gün bugündür Uğur Mumcu’yu ‘lâiklik şehidi’ ilân edenler de biliyordu. Biliyorlardı, çünkü Güldal Hanım, bunların hepsini ve hatta daha fazlasını kendisiyle yapılmış mülâkatlarda anlatmıştı. Ben de, her mülâkat sonrası, onun anlatımlarını sizlerle paylaşmıştım.
Kulis koleksiyonları bile Alper Görmüş’ün sorusuna cevap teşkil edecek kadar zengin alıntılarla doludur. İnternete girin, Google’a “Taha Kıvanç uğurlar esas ne zaman ölür” diye yazın, karşınıza çıkacak Kulis’te yeterince kanıt bulacaksınız.
Yeni bir ayrıntı daha varmış Güldal Mumcu’nun anlattıklarında: Suikastın üzerinden üç yıl geçmişken, meşhur ‘Yeşil’ ellerinden tuttuğu iki küçük çocukla Mumcu’ların evine bayram ziyaretine gelmiş...
Anılarını yazana kadar bu olayı hiç aktarmamıştı Güldal Hanım; yakınlarına da anlatmadığı Uğur Mumcu’nun avukat kardeşinin tepkisinden anlaşılıyor.
Israrla “Ben gerçeği istiyorum” demesi ve “Olayın fâilini bulsak sizin için yeterli olur mu?” sorusuna da aynı cevabı vermesi üzerine, ‘Yeşil’ kodadlı kişi, “Siz hepsini istiyorsunuz. O zaman üç tane gül alacağım. Birini Başbakanlığa, birini Çeçenistan’a, birini de Uğur Bey’in öldürüldüğü yere koyacağım” diyor Güldal Mumcu’ya...
Daha ne desin adam...
Buna ve Alper Görmüş’ün etkili yazısına rağmen dün biri şunu yazabildi: “Günümüzde bol keseden ‘Kemalist’ sıfatı kullanılıyor. Oysa Kemalist olmak bir ilke, disiplin ve kültür işidir. Uğur Mumcu katıksız bir Kemalist idi. Ondan önce öldürülen Cavit Orhan Tütengil, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, sonra öldürülen Ahmet Taner Kışlalı da öyle... / Soylu aydınlar birer birer Kemalizm’e karşı savaşın şehidi oldular...”
Neymiş? Uğur Mumcu ve öteki siyasi suikast kurbanları ‘Kemalizm’e karşı savaşın şehidi’ imiş…
‘Yeşil’ kadar olamıyorlar, görüyorsunuz...