Kanal İstanbul tartışmalarıyla bir kez daha pekişti ki, bizler hizmetten çok politik kamplaşmaları seviyoruz ve hizmettense atraksiyonlar bizim için daha önemli, kimseyi dinlemeye vaktimiz de yoktur! İBB Başkanının tavrı, CHP’nin uzun yıllardır alışık olduğumuz kısır döngücü tavrının bir resmidir. Kimseyi yapacağımız veya engel olacağımız bir işe inandırmak gibi bir gayrete de gerek yok. Bu yüzden özde her birimizi tek tek ilgilendiren meseleler, siyasi partiler arası bir çatışma dilinin örtüsü altında kalıyor. İBB Başkanı İmamoğlu’nun tek taraflı olarak aldığı Kanal İstanbul Projesi’nden çıkma kararıyla yeni bir tartışma daha çıktı. Ama projenin aslında ne olduğunu, nasıl bir gelecek önerisi sunduğunu, ne evet diyenler ne de hayır diyenler tam olarak anlatabildi millete...
Belki siyasetin hızlı akışında buna imkan olmayabilir. Ama bu devasa projeler netice itibariyle milletle ilgilidir, hayatımızı etkileyecektir. Öyleyse sadece siyasetçilerin tartışma, kapışma arenasına mahkum edilmemelidirler. Bunu defaatle rica ettik yetkililerden... Adalet Bakanlığı’nın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının, Çevre ve Şehircilik Bakanlıklarının kamuoyunun ilgiyle takip ettiği tartışmalarda, bizleri içine düştüğümüz enformasyon kirliliğinden kurtaracak, tedirginlik, merak, endişe, güvensizlik gibi hissiyattan kurtaracak, teskin edici bir dille olayları açıklamaları, toplumsal sağduyu imkanını kuracaktır...
***
Televizyonlardaki kadın ve aile programları, reality showlar, evlilik ve yemek programları, kan revan içinde sürüyor. Ekran önünde DNA testlerinden, kameralar huzurunda karı-koca kavgalarından, kan dondurucu cinayet-tecavüz ayrıntılarına kadar uluorta boca edilen bu yayınlar, belki halkı oyalıyor, herkesi evinde tutuyor diye düşünenler olabilir, ama acaba nasıl bir gelecek tahayyül ediyorlar... Bu yayınlar, aile, akraba, komşu, dost, arkadaşlık ilişkilerinin köküne kibrit suyu döküyor... “İnsan insanın kurdudur” fikriyatı, hiç bu kadar ete kemiğe bürünmemişti. İnsanı insansızlaştırmak dedikleri şey tam da bu olsa gerek! Niçin, anlaşmayı değil de kavgayı öne çıkartıyoruz. Toplum, iletişim uğultusu altında parçalanmaya, lime lime edilmeye maruz bırakılıyor...
***
Kanal İstanbul projesi ile Montrö antlaşmasında sıkıştırıldığımız İstanbul Boğazı’nın sadece seyircisi olmak vasfını, İstanbul Boğazı’nın yöneticisi olmak konumuna çoğaltacağımızı düşündüm ben... Olumlu yaklaştım anlayacağınız. Ama yol açabileceği deniz-çevre kirliliği, su kaynaklarının azalması ve yapılaşmaya dair yüksek rant ihtimallerinin dile getirildiği yazıları, konuşmaları da dikkate aldım. Hepimizin içinde vicdan adı verilen bir tartı var. Burada benim gibi dinleyici konumunda olan, uzman olmayan, milyonlarca insan var ve bunlar İstanbul sakini, yani bu şehrin asli hemşehrileri... Siyasetlerin uğultu halinde yükselttikleri çatışmacı dilden, herkesin anlayabileceği, açık, net bir iletişim diline geçmemiz daha iyi olmaz mı? Mimar Sinan, “Aa... Ama bu minare eğri olmuş’’ diyen çocuğu teskin etmek için minareye kement atarak düzeltmeye çalışmış... Çünkü çoluk çocuk demeyin kalbi ve dili vardır. Avam deyip geçmeyin, halkın izanı vardır. Kanal İstanbul Projesi bağlamında da; içinde halkın doğrudan yer alacağı şuralara, iletişim yöntemlerine, suhulet diline ihtiyacımız var...
Siyaset, sandıkla kazanılır ama puanlardan, istatistiklerden ibaret değildir, gönüllerdeki rızayı, duayı, memnuniyeti kazanmak da önemlidir. Baki kalacak bu kubbede hoş bir sada ise efendim ne olur biraz gayret etsek...