Malum, UEFA Avrupa futbolunun patronu. Biz de tüm futbol dünyamızı FIFA, UEFA kuralları çerçevesinde düzenliyoruz.
Fenerbahçe ve Beşiktaş maalesef yoklar ama başka takımlarımız Avrupa kupalarında yarışıyorlar.
Buradan da benim anladığım Türkiye’nin UEFA denen kurumun meşruiyetini kabul ettiği.
Eğer böyleyse de gereklerini mutlaka yerine getirmemiz lazım.
Oysa, yaşananlar, sanki Türkiye UEFA’nın meşruiyetini tanımıyormuş gibi.
Neden mi, açmaya çalışacağım.
UEFA ve CAS, Beşiktaş’ın (Fenerbahçe’nin de), doğru ya da yanlış, şike pisliğine karıştığını karara bağladılar.
Bu kararı ya tanırız, gereklerini yerine getiririz, ya da tanımayız, bu tanımamazlık tutumunun da aynen gereklerini yaparız, mesela futbolda üç korner bir penaltı kuralına döneriz, keyifli olabilir, penaltıları da küçük kalelere arkamız dönük olarak topukla atarız.
UEFA ve CAS kararlarına göre Beşiktaş takım olarak şike yapmıştır ve o dönemde de takımın, Beşiktaş’ın başında başkan sıfatı ile birisi vardır.
Ve bu birisi de bugün Türkiye Futbol Federasyonu’nun başındadır.
Bu nasıl bir iştir, anlayan var mıdır?
Dönemin Beşiktaş, günümüz TFF Başkanına haksızlık yapılıyor olabilir, yasalar, yönetmelikler bir istifayı gerektirmiyor olabilir ama sporda, futbolda yasalardan da, yönetmeliklerden de önemli ilkeler vardır, daha doğrusu olması lazımdır.
Dönemin Beşiktaş Başkanı’nın bugün TFF’nin başında göreve devam ediyor oluşunun spor basınının yegane konusu olmayışı da gerçekten çok ilginçtir.
Böyle yaşamsal bir sorun ortada iken lig maçlarının tartışılması, teknik direktörlerin kararlarının analizi bana çok komik ve sahte gelmektedir.
Geçtiğimiz hafta TFF’nin başkanlık meselesini Cavit Çağlar’ın, Süleyman Demirel marifetiyle, 1991 senesinde şahsi borcunun olduğu Ziraat Bankası’ndan sorumlu devlet bakanlığı görevine getirilmesine benzetmiş idim.
Lütfen Türkiye olarak, TFF’nin paydaşları olan kulüpler olarak demirellleşmeyelim.
Ya da üç korner bir penaltı.