Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un hafta sonundaki İstanbul temasları çerçevesinde gündeme gelen Suriye üstünde uçuşa yasak bölge uygulaması bazılarında tepki doğurdu ve Çekiç Güç’ün hatırlanmasına yol açtı. Türkiye’de konuşlanacak bir askeri gücün bu kez de “Kuzey Suriye’de” bir Kürt devletinin oluşumuna destek olacağı söylendi.
Ben, Suriye’de ani ve büyük bir insanlık trajedisi yaşanmadığı takdirde uçuşa yasak bölgenin kurulabileceğini zannetmiyorum. Türkiye de dahil Suriye’de değişimi savunanların ilk tercihi hiçbir zaman müdahale olmadı, bundan sonra da olacağa benzemiyor. Ne seçim arifesindeki Obama yönetimi risk almak ister, ne de Türkiye tek başına böyle bir uygulama için gayret sarf eder.
***
Kaldı ki Halep’te muhalefetin tutunmakta zorlanmasına rağmen Baas rejimi çatırdıyor. Nihayetinde başbakanının bile saf değiştirdiği, sınırlarının delik deşik olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Saray darbesi olasılığı hala mevcut. Almanya Dışişleri Bakanı’nın yaptığı açıklamalardan da Esad’ın tahliyesi üstünde çalışıldığı anlaşılıyor.
Dolayısıyla uçuşa yasak bölge uygulamasının Suriye’de hayata geçirilmesine gerek kalmadan sorunun çözülmesi olasılığı mevcut ve hatta yüksek. Ancak Suriye üstünde uçuşa yasak bölge ilan edilse dahi 1991 senaryosunun tekrarlamasına imkan yok. Çünkü her şeyden önce Türkiye aynı Türkiye değil. Daha da önemlisi sorun aynı sorun değil.
Sorun da farklı strateji de. 1991’de amaç Türkiye ve İran sınırlarına dayanmış 1 milyondan fazla insanın güven içinde yaşayabilecekleri bir bölge yaratmaktı. Bugün amaç muhalefet güçlerinin Baas rejimini devirmek için yaptıkları savaşa destek olmak. Kara birliklerine sağlanan hava desteğini bitirmek ve rejimin bekasını temin eden hava kuvvetlerini imha etmek.
Uçuşa yasak bölgeden kast edilen Libya’da olduğu gibi havadan topyekûn bir saldırıyı gerçekleştirebilmek. Yoksa Bosna veya Kuzey Irak’ta yapıldığı gibi belli bir bölgenin korunmasını, oraya saldırılmasını engellemek değil. Zaten bizdeki bazı kanaat önderlerinin akıbetinden korktuğu Kuzey Suriye’nin korunmaya ihtiyacı da yok.
Saddam’dan farklı olarak Esad bölgelerinin kontrolünü onlara bilinçli olarak bıraktı. “Kuzey Suriye’ye” saldırmaya niyetli değil. Bu yüzden Ali Bulaç başta olmak üzere kanaat önderlerimiz rahat uyuyabilirler. Kürtlerin korunmaya da, Çekiç Güç benzeri operasyonlara da gereksinimi yok. Ama olursa da Türkiye’nin onları korumama lüksü yok.
1991’de olduğu gibi Türkiye kapılarını açmak, gerekirse kendi başına askeri tepki vermek zorunda. Bazılarımız Çekiç Güç uygulamalarında yaşanan sorunlar ve Kuzey Irak’taki gelişmeler yüzünden bu tür operasyonlara kuşkuyla yaklaşsa da, yapılan o zaman da doğruydu, şimdi de geriye bakıldığında doğru olduğu görülüyor. Türkiye Kuzey Irak’ta yaşayan insanları Saddam Hüseyin’in insafına bırakamazdı.
***
Sanıyorum Çekiç Güç metaforu üstünden geçmişe ve geleceğe bakanlar yapılan işin özünü kavramakta zorlanıyorlar, farkında olmadan katliamı savunuyorlar. Çekiç Güç’ün kurulmaması halinde zamanında olabilecekleri düşünmüyorlar. Türkiye’nin değişmediğini, Irak’ta yaşanan sorunla günümüzde Suriye’de yaşanan sorunun aynı olduğunu varsayıyorlar.
Oysa 1991’den günümüze Türkiye başta olmak üzere çok şey değişti. Uçuşa yasak bölge uygulaması da değişti. Türkiye’nin Kürdistan Özerk Yönetimi ile olan ilişkilerinin niteliği de değişti. Unutmayalım, geçmişten dersler çıkartırken değişimi göremezsek yanlış sonuçlara varırız.