Türkiye’de beklenen yeni kabinenin açıklanmasına saatler kala, bir Rus savaş uçağı hava sahamızı ihlal ediyor. Tüm uyarılara rağmen pozisyonunu değiştirmeyince, angajman kuralları uygulanıyor ve uçağa müdahale ediliyor.
İki gelişmeyi birlikte okuyunca kulağa elbette ‘manidar’ geliyor. Aralarında bir bağ kurup kurmamak ise bölgeye ve dünyaya nereden baktığınıza; ama aynı zamanda Türkiye’yi nasıl tarif ettiğinize bağlı.
Son günlerde iyiden iyiye Türkiye’yi rahatsız eden ‘Rus bombardımanı’ ve özellikle de Türkmenlere yönelik saldırılar; Ankara’yı herhangi bir sınır ihlaline sessiz kalamayacak noktaya zaten getirmişti. Son Birleşmiş Milletler zirvesinin ardından Suriye’de aktif olan rolünü ‘saldırgan’ çizgiye taşıyan Moskova; DAEŞ’le mücadele etmek şöyle dursun, muhalif gruplara saldırarak Esad rejimine nefes aldırma gayretindeydi.
Türkiye’nin G20 zirvesindeki kararlı duruşu, eşzamanlı olarak Paris’te ortaya çıkan saldırılar, özellikle Suriye konusundaki takvimi daha da hızlandırmış görünüyordu. Nitekim daha önce Şam’daki rejimle ilgili yuvarlak sözleri ve tezleri tercih eden güçler, daha net bir duruş sergilemeye yönelmişti.
Uçak krizi, bir boyutuyla Türkiye’nin iç dengelerini sarsmaya, daha doğru ifadeyle tam da yeni kurulduğu sırada mesaj vermeye yönelik bir girişim midir? Aynı zamanda Suriye konusundaki gidişatı etkilemek üzere mi kurgulanmıştır? Bu soruların her biri, ifade edilmese bile akılları uzun süre kurcalamaya devam edecektir.
Ankara, ciddi bir devlete yakışanı yaptı ve kendisine yönelik bir hamleye, kurgusu ne olursa olsun, gereken karşılığı verdi. Büyük devlet olmak, size yapılan hamleler karşısında soğukkanlı olmak kadar, yerinde ve anında cevap verebilmekse; Türkiye’nin uçağa müdahalesi böyle bir anlam taşıyor. En az bunun kadar önemli olan, G20’de artık dost düşman herkesin kabullendiği duruşa, ABD başta olmak üzere pek çok önemli gücün destek vermesi. Uçağın düşürülmesinin ardından ortaya çıkan tepkilerin altı dikkatle çizilmeli.
Peki tüm bunlar üzerinden, hemen ve acele biçimde bir Türk-Rus savaşı söylemi geliştirmek, iki ülke arasında her an büyük bir çatışmanın olacağına dair bir algıyı beslemek ne kadar gerçekçi? Tarafların yaptığı açıklamalar, iptal edilen ziyaretler, askeri ilişkilerin askıya alınması, Moskova’nın ekonomik yaptırımlarla ilgili verdiği sinyaller ve benzeri başlıklara bakarak böyle bir algı operasyonuna girişmenin akılla bağdaşır yanı yok. Çok uzun soluklu bir ilişkinin, üstelik ticaretin çok ötesinde kökleri varken, bir anda çatışmaya evrilmesini beklemek ya da bundan söz etmek, iyi niyetle bağdaşır gibi görünmüyor.
Rusya’nın Suriye’yi tek başına ve istediği gibi şekillendirme hırsının, gerek artık bir harabe halini almış olan Suriye’ye bakınca, gerekse uluslararası dengeler dikkate alındığında duvara çarpması muhtemeldi. Ankara ile yaşanan ‘sınır ihlali’ krizi, bu anlamda Moskova için ciddi bir uyarı olmalı. Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana hiçbir konuda Suriye’de olduğu gibi kararlı davranmayan Kremlin yönetimi, bu coğrafyada dikkate alması gereken başka güçlerin ve dengelerin de bulunduğunu görmüş olmalı.
Türkiye, bu tür hamlelerle yolunu değiştirecek, iç dengelerini gözden geçirecek ya da mesela kabinesini tekrar ele alacak bir ülke olmaktan çoktan çıktı. Yaptıklarından emin, adımlarını özgüvenle atan bir güç olarak sahnede yer almasından rahatsız olanlar istemese de durum bu.