Son olarak Zeytinburnu Belediyesinin düzenlediği sempozyum vesilesiyle yeniden gündeme gelen İslamcılık tartışmalarını büyük ilgiyle izliyorum. Yalnız bana göre bu alanda çok küçük (!) bir problem var; o da İslamcılığın ne olduğu konusunda belirsizlik.
Bu konuda söz alan herkes İslamcılık derken kendine göre başka başka şeyler anlıyorsa tarafların fikir birliğinin de fikir ayrılığının da anlamı olmaz. İslamcılık derken aynı şeyden bahsetmiyorlarsa aralarındaki fikir ayrılığı manasızdır; ezkaza hemfikir görünüyorlarsa bu daha da manasızdır!
Şaka bir tarafa, bir tanım etrafında uzlaşma sağlanamadığı takdirde İslamcılık tartışması bir çeşit sağırlar diyaloğu olmaktan kurtulamaz. Özellikle İslamcı sıfatının neredeyse Müslüman sözünün müteradifi olarak kullanılmasına itiraz etmeden İslamcılık teriminin tartışılması beyhude çaba olur.
Aynı şekilde günümüzün dinî esintili bütün toplumsal hareketlenmelerini İslamcılık etiketi altında toplamaya kalkışırsanız dindarların elinden çıkan her şeyi İslamcılık saymak gibi vahim bir yanılgıya imza atmış olursunuz. Oysa şu kuralı hiç unutmamak gerekir: Her İslamcı iyi kötü Müslüman’dır ama her Müslüman İslamcı değildir, olmak zorunda da değildir. Dolayısıyla Müslüman bireylerin siyasi sahadaki çalışmalarının da İslamcılıkla alakası olmayabileceğini kabul etmek durumundayız.
Ancak “Siyasî İslamcılık” adını verebileceğimiz bir realitenin mevcudiyetini de inkâr edemeyiz. Ama bu kategori içinde yer aldığını düşündüğümüz kişilerin İslam’ın temel kaynaklarından günümüz şartları çerçevesinde, yani modern anlamda bir toplum modeli ve yönetim anlayışı çıkarmış olmalarını mı kastediyoruz, yoksa mevcut siyasi işleyiş çerçevesinde bazı toplumsal yapıları kendi İslami hassasiyetlerine uygun bir şekilde dönüştürme gayretlerini mi?
Bu iki yaklaşım arasında fark göremeyenlerle “İslamcılık ve siyaset” konusunu tartışmak havanda su dövmekten farksız olur bence.
İslamcılığın tanımıyla ilgili mevzubahis problemin çözümü konusunda benim âcizane bir önerim var. İlk olarak on yıl kadar önce yazmıştım: Esas itibarıyla bizim dilimizde İslamcılık terimi -ondokuzuncu asırda ortaya çıkıp ne zamana kadar devam ettiği tartışmalı olan- özgün bir fikir akımını nitelemek için türetilmiş olduğundan bu kelimenin sözlüklerdeki ilk anlamı buraya hasredilmeli.
Söz konusu fikir akımı bana göre üç sacayağından oluşur ve -özetle- İslam’a sonradan dâhil edilmiş ve gelenek haline gelmiş anlayışları terk edip dinin özüne dönmeyi, Müslüman toplumlar arasında dayanışmayı geliştirip emperyalizme karşı mücadele vermeyi ve son olarak istibdat karşıtlığını (yani bugünün tabiriyle demokratikleşmeyi) savunur.
Ondokuzuncu asırda ortaya çıkan fikir akımının izleyicilerinin tutumlarını “Entelektüel İslamcılık” diye adlandırırsak, özellikle cumhuriyetin -Osmanlı’ya nazaran daha- zecrî modernleşme politikalarına tepki olarak bir sonraki asırda güç kazanan iki büyük sosyal ve siyasi tutumun da “Sosyolojik -veya populer- İslamcılık” ve “Siyasi İslamcılık” şeklinde adlandırılması pekâlâ mümkün.
Böylelikle İslamcılık derken neyi kastettiğimiz biraz daha sarahat kazanmış olur.
“Sosyolojik İslamcılık” diye toplumun modernleşmeye ve devlet eliyle sekülerleşmeye karşı gösterdiği tepkinin yanı sıra hızlı şehirleşmenin yol açtığı kültür şokunun uyandırdığı yeni bir kimlik ihtiyacının ifadesini de kastediyorum.
Siyasi İslamcılık ise kabaca “yönetimin İslamileştirilmesi” talebine dayanıyor. Bu yönüyle, Osmanlı döneminde “meşveret” ve “şura” gibi dini kavramlara dayanarak “daha demokratik” bir yeni yönetim modeli öneren Entelektüel İslamcılık ile cumhuriyet döneminde “Hasolar ve Memolar” diye aşağılanan kitlenin “bizi artık bizim gibi alnı secde görenler yönetsin” diye gösterdiği tepkinin ifadesi olan Sosyolojik İslamcılık arasında bir yerde duruyor. Belki de bu ikisinin sentezi Siyasi İslamcılık.