Bir şekilde öğrendiğimiz ya da ortaya saçılan her bilgi ve iddia, birilerinin Türkiye’nin yeni dönemini sandığımızdan çok daha fazla ciddiye aldığını gösteriyor.
2002 yılından itibaren üç iktidar döneminde de büyük badireler atlattı Recep Tayyip Erdoğan. Önce genel başkanı olduğu partiden seçime giremedi. Ardından Anayasa Mahkemesi ve CHP ortaklığı ile şekillenen 367 krizi, onun ardından gelen kapatma davası ve kıl payı partinin yoluna devam etmesi.
2013 itibariyle iyice hızlanan karşı hamleler ve 2014’de peş peşe gelen Gezi ve paralel yapı operasyonları. Her defasında daha güçlü ve seçimleri, referandumları kazanarak bu süreçten çıkmayı başardı Erdoğan. 17-25 Aralık darbe girişimlerinin, özellikle kendisini doğrudan hedef alan ağır havasına rağmen, peş peşe iki seçimden zaferle çıktı. Şimdi halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı olarak yoluna devam ediyor.
Dikkatinizi çekmiştir. AK Parti’yi değil, Erdoğan’ın ismini yazdım. Çünkü artık şaşırtıcı gelmese de bahsettiğim operasyonların önemli bir bölümü, Tayyip Erdoğan’ı tasfiye edip, onun yönettiği siyasi gövdeyi başka bir liderlikle yola devam ettirmeyi hedefliyordu. ‘Eroğan’sız AK Parti’ başlığı altında son sekiz yılda onlarca değerlendirme yazmışım. Olup biten her defasında beni haklı çıkardı.
Peki şimdi neden bu konuyu yeniden gündeme aldım? Ufukta benzeri bir operasyon mu söz konusu? Yoksa daha farklı hesaplar mı var? Erdoğan’a karşı yeni hamleler ve kuşatmalar mümkün mü? Mümkünse bu nerede ve hangi ittifaklar eliyle gerçekleşecek? Bu soruları seçim yaklaştıkça daha fazla konuşma imkanımız olacak. Şimdilik izlemek daha doğru görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, her zeminde iki konuyu özellikle gündemde tutuyor. Birincisi paralel yapıyla mücadele, ikincisi başkanlık sistemine geçiş. Birincisi sistemin temizlenmesini, ikincisi yeniden kurulmasını hedefliyor bu iki başlığın.
Peki Erdoğan’ın bu talepleri ve kararlılıkla devam ettirdiği bu çizgi, mevcut siyasi tabloda ne kadar karşılık buluyor. Önce geçtiğimiz yıldan bir alıntı yapayım:
‘Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hedef alan koalisyon, 2007 ve sonrasındaki denemelerin aksine, bu kez çok açık ve kuralsız bir savaşı göze almış görünüyor. Erdoğan’ı tasfiye etmeye dönük hamleler önceden inkar ediliyor, gizleniyor, en azından masum kılıflar altında ifade ediliyordu. Oysa şimdi tam bir savaş ilanı var.
Türkiye’yi kolayca operasyona uğratılabilecek, istenildiği gibi at oynatılacak bir ülke gibi görenler, bu operasyonlara fazlaca bel bağlamış durumdalar. Oysa bu kavga görünenden daha büyük. Sonuçları üzerinde biraz kafa yorulduğu takdirde, sıradan bir galip-mağlup denklemine sığmayacak kadar büyük.’ (Star, 6 Şubat 2014)
Burada en doğru cevap, kuşkusuz 7 Haziran’da sandıktan çıkacak. Millet, kendi geleceğine dair kritik başlıklar içeren soruları sandıkta cevaplayacak. Erdoğan’ın toplumda, özellikle de meydanlara yansıyan biçimde gördüğü ilgi, seçmenin onu kararlı olduğu iki temel başlıkta yalnız bırakmayacağını gösteriyor.
Ancak yola devam etmesinin belki de olmazsa olmazı, tezlerini uluslararası kamuoyuna daha açık ve doğru biçimde anlatabilmesi. Yukarıda saydığımız iki kritik başlık kadar önemli bir diğer sorunla ilgili alınacak mesafe, Türkiye’nin kendisini doğru anlatabilmesi için eşsiz fırsatlar sunuyor. Eğer müzakere sürecinde hedeflenen başarı yakalanırsa, Ankara kendisiyle ilgili ciddi algı sorunlarının önemli bir bölümünü çözmüş ve tezlerini daha rahat anlatabileceği zeminlere kavuşmuş olacak.
En kritik viraj bu desek yeridir herhalde.