Olan bitenin perde gerisini bilmeden yaptığınız değerlendirmeler sadece sizin o olaydaki pozisyonunuzun göstergesi olur.
Bu gerçek en net şekilde, Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerde Hükümetin performansına ilişkin değerlendirmelerde gözleniyor.
Hükümet yere kapaklansın, burnu sürtülsün, başarısızlığa uğrasın pozisyonu, bir kesimi her şeyi bu çerçeveden görmeye yöneltiyor.
Mesela, son günlerin en başat yorumu “U Dönüşü” etrafında dolaşıyor.
Ne olmuş, Obama Erdoğan’ı aramış ve ondan sonra Hükümet Kobani konusunda U dönüşü yapmak zorunda kalmış.
Obama ile Erdoğan’ın hangi tonda ne konuştuğunu bilmiyorsunuz, Kobani üzerinde nasıl bir gelecek planlaması yapıldığını bilmiyorsunuz, Türkiye’nin neye hangi şartlarla olabilir ya da olmaz şeklinde baktığını bilmiyorsunuz, Suriye’nin, Irak’ın, bölgedeki Kürt varlığının geleceğine yönelik müzakereleri bilmiyorsunuz, İran’ın - Rusya’nın hesaplarıyla ilgili değerlendirmeleri, bölgenin Sünni - Şii varlığının hangi politik - stratejik denklemde değerlendirildiğini bilmiyorsunuz. Amerika’nın Ortadoğu projeksiyonunda Türkiye’yi ve başka ülkeleri nereye yerleştirdiğini, bunun güncel boyutunu bilmiyorsunuz.
Ama net bir pozisyonunuz var:: Erdoğan’ın, Davudoğlu’nun, Ak Parti hükümetlerinin Ortadoğu politikalarının yere kapaklanması talebi.
Bu talebinizin, Amerika’da, Avrupa’da, belki Suriye’de, Tahran’da, belki Riyad’da Körfez’de, Kahire’de destekçileri de bulunabiliyor.
Ondan sonra gelsin al gülüm - ver gülüm yorumları.
Ortadoğu, yani Türkiye’nin en merkezinde bulunduğu coğrafya, yüz yıllık parantezin yeniden kurgulandığı bir dönemi yaşıyor.
Bu kurgulanma nasıl olsun?
Türkiye bu kurgulanma sürecinde tayin edici bir role sahip olsun mu?
Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkileri nasıl olsun?
Bölgeye ilişkin çıkarları bulunan küresel güç odaklarıyla ilişkilerin çerçevesi ne olsun?
Türkiye bu ilişkileri bir güce sırtını dayayarak mı sürdürsün, bir güçle mutlak uyum içinde mi yürütsün, bir güce eklemlenerek mi yürütsün, yoksa kendini özne konumuna getirerek, her güç odağı ile özgün ilişkiler geliştirerek mi yürütsün?
Türkiye, bu süreçte kendi iç problemlerini nasıl halletsin? İç problemlerin coğrafyanın bütününe ilişkin boyutlarını hangi ahenk içinde şekillendirsin?
Türkiye’nin bölgeye ilişkin tavırlarında İslami aidiyet nasıl bir fonksiyon icra etsin?
Türkiye’nin tercihleri karşısında küresel odaklardan, bölgesel aidiyetlerden ve güçlerden nasıl tepkiler - destekler gelir ve Türkiye bunları nasıl tolere edebilir?
Çok canlı, hareketli bir süreç yaşanıyor.
Anı anına binlerce durum değerlendirmesi yapmak gerekiyor, binlerce karar vermek gerekiyor.
En konforlu iş, bir yere konuşlanıp oradan ahkam kesmek.
Herhangi bir sorumluluk kaygısı taşımadan.
Nasıl olsa sırtınızda yumurta küfesi yok, rahatlığıyla...
Böyle davranma lüksünü herkes kullanabilir, ama keşke o konuşlandığınız yer, Hükümeti vurma hesabının Türkiye’yi vurma hesabına dönüşmediği bir pozisyon olsa...
Bakıyorum, adamın pozisyonu, Obama’nın Erdoğan’ı azarlaması arzusu ile yanıp tutuşuyor. Obama Erdoğan’a bir çift laf etse de, onun Türkiye’deki yenilmişliğini tolere etse.
Avrupa’dan şu veya bu ülke, şu veya bu lider, Davudoğlu’nu maceracılıkla suçlasa da, onun içerde Davudoğlu’nu dövememekten kaynaklanan karın şişliği inse.
Şöyle düşünüyorum, iyi ki Erdoğan’da, Davudoğlu’nda Türkiye’nin onurunun beslediği bir özgüven var.
Erdoğan ya da Davudoğlu, bu çevrelerin ruhunu bürüyen aşağılık duygusu ile hareket etseydi, o zaman görülürdü Türkiye’nin nasıl burnunun sürtüldüğü ve bölgede, bazan Amerika, bazan başka güç odaklarının peşinde savrulduğu...
Amerika ile işler tıkır tıkır yürümüyor olabilir, ama onun da sebebi, bölgede Amerikan politikalarının mutlak doğru ve Türkiye’nin uyumsuz olması değil, Türkiye’nin, Amerika’nın kendi çıkarları istikametinde yürüttüğü ve çoğu zaman batağa saplanan politikalarından farklı duruş sergilemesidir.
Ne yani Türkiye Irak’ta bin kere tornistan eden Amerika’ya mı eklemlenmeliydi, Mısır’da darbeci olmalı, Suriye’de Esed zulmüne göz yummalı, Filistin’de İsrail vahşetine onay mı vermeliydi?
Ben asıl Amerika’nın Erdoğan’ın - Davudoğlu’nun Ortadoğu okumalarına büyük ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Bizdeki aşağgılık duygusuyla muallel politikacı ve sözümona kanaat önderlerine rağmen...