Sağcı-solcu, özellikle de solcu okuyucularım, lütfen önyargısız, sağduyulu şekilde okuyun. Sağduyuya ihtiyacımız var, holiganizme değil.
Öğretmen Semih Özakça ve akademisyen Nuriye Gülmen konusunu biliyorsunuz.
KHK ile görevden alındıkları için açlık grevine başladılar. Talepleri görevlerine geri döndürülmekti.
Açlık grevinin 76. Gününde gözaltına alınıp tutuklandılar. İçeride de açlık grevine devam ettiler.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu iki hafta önce iki devlet memurunun terör örgütü DHKP-C ile bağlantıları ve süregelen davaları olduğunu açıkladı.
Örneğin Nuriye Gülmen 1 Nisan 2015'de DHKP-C'ye yapılan bir operasyonda gözaltına alınmış. Adli kontrol kararı ve yurtdışı yasağı konulmuş. Listede afiş asma, örgüt adına basın açıklaması, DHKP-C mensuplarıyla aynı evde örgüt adına çalışma gibi eylemler var.
Örneğin öğretmen Semih Özakça. Mardin Mazıdağ'da sınıf öğretmeniyken ihraç edilmiş. Bu kişininsilahlı terör örgütüne üye olma, kamu malına zarar verme, kemiklerin kırılmasına neden olacak şekilde kasten yaralama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme suçlarından yürüyen ceza davaları var.
* * *
“DEVLET MÜDAHALE ETSİN”
Açlık grevinin 111. Gününde 111 kişi bir gazete ilanı verdi. Solcu tiyatrocu, şarkıcı, yazar ve televizyoncudan oluşan bu grubun ilan metninde “"Okullarına geri dönebilmeleri ve hayatlarına devam edebilmeleri için devletin gereken adımları atmasını istiyoruz." şeklinde devletten bir talep var.
İşin ilginci bu ilan verilmeden çok önce Başbakan Binali Yıldırım, Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’yi görevlendirip iki devlet memurunun aileleriyle görüştürdü. Başbakan Yardımcısı düzeyinde ilgilenilmesi ayrıca önemlidir, altını çizelim.
Ancak bu görüşmede Canikli’nin “Eyleme son versinler, komisyona hızlıca sokalım, suçları yoksa görevlerine geri dönerler” talebine aileler “Ancak komisyona girmeden, hemen iade edilirlerse ölüm orucunu bırakacaklar.” şeklinde cevap verirken çok kritik şu iki cümleyi de sarf ediyorlar. “Biz çocuklarımızın bu eylemlerden gurur duyuyoruz, asla da bırakmayı düşünmüyoruz.”
Tuhaf ama insanın aklına şu soru gelmeden edemiyor: “Bu aileler çocuklarının yaşamalarını istemiyor mu?”
Hele de 100 günü geçmiş bir ölüm orucunda saniyeler kıymetliyken, devlet de başbakanlık düzeyinde en hızlı şekilde OHAL komisyonuna girme sözü vermişken eylemi bitirmeleri gerekmez mi?
Başka bir soru soralım. Bu iki insan öldüğünde kimi suçlayacaklar? “Biz çocuklarımızın bu eylemlerinden gurur duyuyoruz, asla da bırakmayı düşünmüyoruz” diyen ailesi mi? Yoksa “Gelin, bu insanlar ölmesin, en kısa sürede OHAL komisyonunda dosyalarını ilk sırada inceletelim” diyen devleti mi?
Sorunun cevabını hepimiz biliyoruz.
111 solcunun ilanını yeniden vermesini bekliyorum. “İlkinde tashih hatası olmuş, muhatabımız ailelerdir. Devlet yapması gerekeni yapmıştır, aileler ise yanaşmamıştır. Çocuklarının hayatını kurtarmak yerine onların ölüm orucuyla gurur duymayı tercih etmiştir” notunu da unutmasınlar.
KAN DONDURAN SENARYO
Tabiplere göre ölüm oruçlarının 100. Günü artık ölüm tehlikesi başlar. 100. Günden itibaren kişilerin her an ölmesi muhtemeldir.
Semih Özakça ve Nuriye Gülmen’in 100. Günü 15 Haziran günüydü.
Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşünün başlangıç tarihi de 15 Haziran.
Bu sadece ilginç bir tesadüf mü acaba?
* * *
Evet, bir II. Gezi çıkarma gayreti var ama bu II. Gezi, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasından çıkmayacak. O yüzden bu yürüyüş de Berberoğlu’nun bulunduğu Maltepe Cezaevi’nde bitmeyecek.
Çünkü sokakta, vatandaş nezdinde Enis Berberoğlu’nun bir karşılığı yok.
Ama eğer iki devlet memuru tutuklu oldukları halde ölürse -üstelik de açlıktan ölürse- o zaman bir öfke doğabilir.
Gezinin öncüleri sayılan o 111 kişilik yazar-çizer takımı da “Bakın, biz ilan vermiştik, devleti uyarmıştık, devlet dinlemedi, devlet bu iki insanın ölümüne göz yumdu.” diyecekler. O zaman da kimse geri dönüp başbakanın, başbakan yardımcısının ailelerle diyalog kurma çabası kurup kurmadığına bakmayacak.
Bu çok tehlikeli bir senaryo.
Semih ve Nuriye’nin açlık greviyle adalet yürüyüşü aynı tarihlere tesadüf etmiş iki eylem değil. İkisini tasarlayan aynı akıl.
Uyarıyorum. Bu şeytani planı yapanlar Semih ve Nuriye’yi öldürüp Kılıçdaroğlu’nun yoluna atacaklar.
Liderimiz yoktu diye başarısız olduk dedikleri Gezi Eylemleri’nin ikincisinde bu kez zaten günlerden beri adalet için yürüyen Kılıçdaroğlu’nu lider olarak kabul ettirmek daha kolay olacak hesaplarına göre.
Ve senaryonun finali da sadece Kılıçdaroğlu’nun peşine milyonları takmak değil. Devamında bir Gezi Parkı - 15 Temmuz Direnişi savaşı, kısacası Türkiye’yi kaosa sürükleme planı var.
(Bu planı da 3 Mart’ta köşemde yazmıştım : Şeytanın son planı referandum sonrası gezi parkı - 15 Temmuz savaşı mı?
http://www.star.com.tr/yazar/seytanin-son-plani-referandum-sonrasi-gezi-parki15-temmuz-savasi-mi-yazi-1192519/ )
Lütfen uyanık olalım. Sağcı-solcu tüm dostlar, ülkesini seven herkes.
Galeyana gelmeyin.
En zayıf noktalarımızdan, en yumuşak karnımızdan vurmaktan başka şey değil bu.
İki genç insanın hayatını pazarlık masasına koyup, onları hem ölüm orucuna sürükleyip hem de ölümlerinden nemalanacaklar.
Tarihe not düşmek için yazdım bu satırları.
Diliyorum zaman beni haksız çıkarsın. Adalet yürüyüşü demokratik bir eylem olarak tamamlansın. Nuriye ve Semih ölüm orucunu bıraksın ve haklarını hukuki çerçevede arasın. Ve içinde yarım kalmış bir Gezi hayali ile yanıp tutuşanlar da o yöntemin ülkeye zarar vermekten başka bir işe yaramadığı idrakine erişsin. Yanılmaktan mutluluk duyacağım.