Ergenekon, Balyoz, andıç vs gibi önemli davalar görülmeye başlandıktan sonra kamuoyunda özellikle de medyada daha önce pek rastlanmayan bir hassasiyet ortaya çıkmaya başladı. Ceza Usul Hukuku ve uzun tutukluluk üzerinde odaklanan bu hassasiyet kısa sürede davaların inandırıcılığına yönelik bir kampanyaya da dönüştü. Maksadın ne olduğu, gerçekte neyin murad edildiği bahs-i diğerdir.
Elbette, kampanya ya da hukuk arayışı olması neticeyi değiştirmez. Darbe temalı olanlar dahil en ağır suçların davaları bile usul açısından mükemmel olmalıdır. 28 Şubat’ta, 12 Eylül’de, 12 Mart’ta 27 Mayıs’ta seri hukuk cinayetleri işleyen geleneğin bugün yargı önündeki temsilcilerine aynı muamele asla tatbik edilmemelidir.
Kabul etmek lazım... Sanıklar hakkında bir karar verilmeden önceki tutukluluk süresi uzundur. Ayrıca, tutuklu yargılama kararı da bazı hallerde kolay verilmektedir. Başbakan da bir süredir tutukluluk hallerini eleştiriyor ve “Tutuklama son çare olmalı” diyor. Özellikle, başta eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere bazı muvazzaf üst düzey askerlerin tutuklu yargılanmasına itirazı olduğu da bilinmektedir.
Peki gerçek durum nedir? Hangi adımlar atılmaktadır ve daha neler yapılmalıdır?
Adalet Bakanı Sadullah Ergin bu konuda zaman zaman çok önemli bilgiler ve istatistikler paylaşıyor. Ancak, bu bilgileri duyması gerekenlerin gözü hukuk arayışından çok belirli davaları itibarsızlaştırmak olduğu için gerçek resim bir türlü yansımıyor. Oysa, gelişmeler sağlıklı ve sahici değerlendirilecek olsa bir sonraki aşamaya geçmek de kolay olacak.
Ergin, demokrat zihinli ve aynı zamanda AK Parti felsefesini çok iyi bilen değerli bir siyasetçidir. El attığı konuların hepsi Türkiye’nin geçmişteki yanlış hukuk zihniyetiyle bağını koparırken Yeni Türkiye’yi temel insan hakları çerçevesinde inşa etmektedir. Bu yüzden de sadece kendi parti tabanının değil, bütün kesimlerin saygısını ve itibarını kazanmış bir bakandır.
Bakan’ın öncülük ettiği üçüncü yargı paketi istediği gibi kapsamlı olamasa da tutuksuz yargılamanın genişlemesi açısından neredeyse bir devrim etkisi meydana getirdi. Daha önce 3 yıl olan adli kontrol sınırı kaldırılınca, 15 bin olan tutuksuz yargılama sayısı bir anda 30 bine çıktı. Bu yıl da tahminen 40 bine çıkacak... Paketin geçen yıl Temmuz ayında yasalaştığını hatırlatalım.
Genel tabloya bakalım... 2013 yılı Ocak ayı itibariyle 137 bin kişi cezaevlerinde bulunuyor ve bunların sadece 32 bini tutuklu statüsündedir. Yani, haklarındaki hükmün kesinleşmesini bekleyen, mahkemeleri görülmeye devam ederken tutuklu bulunanların oranı sadece yüzde 23.4’tür.
2000 yılında tutukluluk oranı yüzde 49.8’di. 2001’de yüzde 50.4, 2006’da yine aynı seviyelerde yüzde 48.9 iken bugün yarı yarıya düşmüş bulunuyor.
Bugünkü oranı bir de genel resme bakarak yorumlayalım. Türkiye’de yıllık ortalama 3 milyon ceza davası görülüyor ve şu an tutuklu bulunan 32 bin kişi bu genel rakamın yüzde 1.07’sini oluşturmaktadır. Bu gruptakilerin 24 bini ise bir yıla kadar tutuklu kalmaktadır. 1-3 yıl arasında tutuklu kalanların sayısı ise toplamın yüzde 96’sını oluşturmaktadır. Şimdi birleştirilmiş olsa da birinci ve ikinci Ergenekon davaları sanıklarının tutukluluk süreleri 3 yılı aşmış bulunuyor. Bunu da not edelim.
Peki, Avrupa ülkelerinde tutukluluk oranları hangi seviyededir? Malta yüzde 64, Kıbrıs Rum Kesimi 44.6, Hollanda 40.6, İtalya 40.2, İsviçre 38.9, Belçika 34.3. Danimarka, Yunanistan ve Fransa’nın tutuklu yargılama oranları da Türkiye’nin üzerinde seyrediyor. G-20 ülkeleri arasında ise bu oranın düşük olduğu 6. ülkeyiz.
Hukuk istatistik değildir ve bir kişi için dahi haksız tutuklama kararı varsa bunun acilen üstesinden gelmek gerekmektedir. Ancak son dönemde yapılan yasal düzenlemeler Türkiye’nin bu konuda en kritik aşamayı atlattığını gösteriyor. Başta Yargıtay’ın temposunun artırılması olmak üzere atılan adımlar yargının hızını da artırıyor.
Mesela, yine üçüncü yargı paketinden sonra 35 bin kişi denetimli serbestlikten yararlanarak tahliye edilmiş bulunuyor.
Şimdi hükümetin gündeminde dördüncü yargı paketi var. Bu adım da planlandığı gibi derinlikli olarak atılırsa, gazetecilerin yargılanması sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin hak etmediği birçok hukuk problemini tarihe gömecektir.