Türk olmaktan vaz mı geçeceğiz?” diye soruyorlar.
Zannediyorlar ki, anayasadaki vatandaş tanımından Türk’ü çıkarırsak Türklük elden gidecek.
Dün Osman Pamukoğlu, İlber Ortaylı, Alev Alatlı, Hüsamettin Cindoruk, Edip Başer ve Ümit Özdağ dahil 300 kişi ortak bir açıklama yaptı. CHP’li Birgül A. Güler de yine klasik mantığın dar kalıplarına meydan okuyarak, “Türk vatandaşlığı’ değil ama ‘TC vatandaşlığı’ etnik temele dayanan bir anayasa getirir” buyurdu.
Böyle düşünenler, biz eğer millet isek, bunu anayasaya borçlu olduğumuzu sanıyor olmalılar.
Böyle sanmaları da normal.
Çünkü bugüne kadar biri gerçek, diğeri resmi olmak üzere iki tür milletimiz oldu bizim. Gerçek millet, Türkü, Kürdü, Ermenisi ve Romanıyla, farklı dilleri ve inançlarıyla var olan milletti.
Resmi millet ise Kemalist kadronun hayal ettiği, döve döve bizi zorla benzetmeye çalıştığı milletti; “ulus”tu.
Olmadı.
Bütün sosyal mühendisliğe kalkışanlar gibi Atatürkçülerin de öngöremediği felaketli sonuçları oldu bu “ulus inşası”nın.
Sadece bizi birbirimizle kavga ettirdi, canımızı acıttı.
***
Şimdi biz ilk defa millet, ulus, toplum, halk, adına ne derseniz deyin, beraberliğimizin sözleşmesi olan sivil bir anayasa yapıyoruz. Onun maddelerini konuşuyoruz. Vatandaşlığı nasıl formüle edeceğimizi konuşuyoruz. Sahi nasıl yapmalı bunu?
Adım adım gidelim:
Ben bu ülkede “en fazla bulunan vatandaş türünden”im. Türk’üm ve Sünni bir ailede dünyaya geldim. İkinci adım:
Bu ülkede benden başka insanlar da var. Onlardan bazıları Türk soyundan, bazısı değil.
Üçüncü adım:
Şimdi soyu, etnik kimliği veya kendisini tanımlaması itibarıyla Türk olan ve olmayan insanlar olarak, -Türk, Çerkes, Kürt, Ermeni, Yahudi ve Arap bunca soydan insan olarak- bir anayasa yapacağız.
Beraberliğimizin dayanacağı ortak kuralları gösteren bir “sözleşme” yani.
Bu kontratı en adil biçimde nasıl yazabiliriz? Vatandaşlığı kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği biçimde nasıl tanımlayabiliriz?
Önümüzde en az iki yol var:
Ya şimdiki anayasanın yaptığı gibi hepimize “Türk” diyeceğiz. “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” demekte diretip, bunu dayatmaya çalışacağız.
Ya da etnik bir isim içermeyen ortak bir vatandaş tanımında anlaşacağız; örneğin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” diyeceğiz. Birincisi çıkmaz yol.
Çünkü devlet, “bak, sen şimdi Türk’müşsün, tamam mı?” deyince insanlar Türk olmuyor, sadece mutsuz oluyor.
“Biz Türk’ü etnik anlamda kullanmıyoruz, etnisiteler üstü bir anlamda kullanıyoruz” demek de ne doğru, ne inandırıcı.
Ben Türk olarak inanmıyorum, köprülerin altından onca su akmışken Kürt niye inansın? Kaldı ki ne gereği var aynı zamanda bir etnik kimliğin de ismi olan bir kelimeyi etnik kimlikler üstü ortak etiket olarak kabul ettirmeye çalışmanın?
Ayıptır, günahtır.
***
Anayasanın bizi “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları” olarak tanımlaması, mevcut alternatifler arasında en adil ve kapsayıcı olanı.
Ben Türklüğümden vazgeçmiyorum. Dar kafalı ve vicdansız bürokratların kuyuya attığı taşı çıkarmaktan, adaletsizlikten vazgeçmekten söz ediyorum.
Anayasanın hepimizin anayasası olması gerektiğini biliyorum. Bu ülkeyi paylaştığım herkesle en geniş ortak paydada buluşmam gerektiğini biliyorum. Ve bunun benim etnik kimliğimin ismi olmayacağının farkındayım.
Kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği, “bu benim de anayasam, burada ben de varım” diyebileceği bir anayasa istiyorum.
Adil olanı istiyorum.
Ve biliyorum ki, ondan daha sağlam harç olmaz insanları bir arada tutan.