Amerika Amerika, Türkler dünya durdukça,
Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında...
(Celal İnce Dostluk Şarkısı)
Dünyanın doksan bir ülkesinde askeri üs kurmuşsun; Afrika’dan Asya’ya nerede “yahu bir dur da kendi kaderimizi biz belirleyelim” diyen çıksa o saat topunla, tüfeğinle, paranla pulunla ümüğüne çökersin. “Bu ülke benim, geleceğini ben belirlerim” diyeni idama mahkum ettirir, Sisi’ler çıkarırsın şapkandan, nice halkın sesini, soluğunu kesersin. Dünyayı insanoğluna yüz yıllar boyu dar eden, korsanı, azılı katili parayla satın alıp nice mazlum milleti kelepçeye vuran emperyal İngiltere’nin mirasına çöreklenmişsin doymak bilmezsin. Putin gibi bir faşist, imparator bozuntusunu yerden yere vurursun ama ondan farkın ne diye sorsam “ben dünyaya demokrasi, getiriyorum o faşizm” gibisinden çetrefilli, akıllara ziyan bir gerekçeye sığınırsın. Irak’a dalarsın başkanının kimyası bozulduğu, votkayı fazla kaçırdığı bir gecenin sabahında ve 1 milyon insanı keser, ülkenin iyi/kötü düzenini allak bullak eder, DEAŞ gibi ahlaksız, insanlık dışı köpeklere zemin hazırlar sonra da “bunları ortadan kaldırmak gerek” diye koalisyonlar kurmaya soyunursun. Neden? Ülkeni yöneten üç beş bin aile daha palazlansın, dolar bayrak dalgalandırmayı sürdürsün diye mi?!
En büyük düşman olarak ilan ettiğin Osama Bin Ladin’i Sovyetlerin Afganistan’ı işgal ettiği yıllarda senin örgütleyip silahlandırdığını bilmeyen mi var? Sovyetlerin çekip gitmesinden ve tarihe karışmasından sonra, “uyuşturucu kaçakçısı” ilan edersin gariban Afgan çiftçisini, ikiz kuleler faciasından sonra da dönersin Kabil’e, bire kırarsın milleti, Afganistan’a özgürlük ve çağdaşlık getirdim diye övünür bir sürü film, dizi çektirip dünyayı kandırmayı bir ölçüde de olsa, başarırsın.
Her yıl “İnsan Haklarını İhlal Eden Ülkeler” listeleri yayınlarsın çarşaf çarşaf, sömürgeciliği çağdaşlaştıran ve dahi bilimsele yatıran yandaşlarını insan hakları savunucusu diye gösterir, zamanında kendi ellerinle ülkelerin başına geçirdiğin diktatörleriyse “hırsız, uğursuz, ahlaksız” ilan edersin.
Meksika sınırına duvar çekmekten söz eder, Senatoda, Temsilciler Meclisi’nde, “Meksika’daki sınır ihlallerini durdurmanın tek yolu, üzeri elektrik geçiren tellerle örülü duvarlar dikmektir” tezini savunursun. Ama ben sınırımın dibine girmiş, amacı benden toprak çalmak, devlet kurmak, insanımı katletmek olan PYD gibi teröristlerin önünü kestiğim için beni eleştirirsin! Gece yarısı bir lokma ekmek bulmak için ülkene girmeye çalışan çoluk çocuk, genç ihtiyara kurşun yağdırırken; ben ülkeme sığınan milyon insana kucağımı açarım ve sen insan hakları savunucu olursun bense “arada bir de olsa insan hakları ihlalcisi!”
Ben göğe ellerimi açarak Yaradana dua ederim, sen ellerini kavuşturarak. Ama ben barbar olurum sense içime misyonerler salarak beni “çağdaş bir inanca kavuşturmak isteyen uygar insan”! Kendi çıkarların için dünya savaşı çıkarır, kadim coğrafyayı allak bullak eder, sınırlar çizer, saçma sapan adamları, senin demenle, yoktan var ettiğin ülkeciklerin başına getirir, yüz yıllar boyu huzur ve kardeşlik içinde yaşayan insanları birbirine düşürürsün. Neden? Kadim coğrafyanın topraklarında kara altın yatar da ondan. Bunu çalmak, devşirip üzerine oturmaktır tek amacın. Demokrasi, insanlık, mazlumun hakkı dil pelesenki olmuştur senin için; benim içinse bu kavramlar inancımın temelini oluşturur!
Benim hiç mi suçum yok? Olmaz mı? Dostluk şarkıları düzdük beraberliğimize. Ne dedik? “Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça/Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında./ Bu bir dostluk şarkısıdır, kardeşliğin yankısıdır/Kore’de olduk kan kardeşi, sönmez bu dostluğun ateşi/ Azmimizdir hür yaşamak, Dünyada sulhu sağlamak.”
Biz bu şarkıyı Celal İnce’den mutlu-mesut dinlerken radyolarımızda kim bilir nasıl da gülüyordun için için ebedi dostum. Tamam anladık. Sen benden daha akıllısın. Sen beni kandırdın, aferin! Ama artık gözümüz açıldı. Kendi vatanımı, sınırımı korumak için teröristle mücadeleme bile karşı çıkarsan, kendi askerinin parmağı kesilse yaygara koparır Mehmet’im şehit düşerken susmamı beklersen, benim sana söyleyecek tek lafım kalır: “İşte kapı, işte sapı!..”