“Kaç zamandır çatışma yok, kavga yok, gürültü yok.”
“Rahat olmaz mı” diyor, “Allah’a şükür, gece uykumuzu rahat uyuyoruz. Ama uşak erken tezkere alsa daha iyi olur.”
Ankara’dan gelen haberlere bakılırsa, önümüzdeki günlerde düzenleme yapılacak. 70 bin kişi erken terhis olacak. Abdurrahman’ın oğlu bir kaç hafta sonra inşallah köye dönecek.
Askerliğin kısalmasında, kimse böyle bir şey söylemedi ama, çözüm sürecinin büyük etkisi var. Çatışma olmayınca, güvenlik için bölgede çok sayıda asker bulundurma ihtiyacı ortadan kalkıyor.
Barış süreci mi? Çözüm süreci mi? Her neyse. Doğru bir kapı açtı, Türkiye’de yaşayan herkes için.
Demokratikleşme paketi de, ‘barış süreci’nin bir uzantısı.
BDP istediği kadar bağırıp çağırsın, sadece ‘andımız’ın kaldırılması bile tek başına devrim.
Başka bir şeye de kapı açması gerekiyor, ‘barış süreci’nin.
‘Türk-Kürt kardeştir’ sözünün elle tutulur, gözle görülür bir gerçeklik kazanmasına... Kardeşliğin, bütün bölgeyi (bölgeyi derken, Güneydoğu Anadolu’yu kastetmiyorum, Türkiye’yi ve çevresini kastediyorum) etkileyecek bir içeriğe kavuşturulması gerekiyor.
Biz kardeş miyiz Kürtlerle? Ben kendi payıma cevaplıyorum, katılmayan katılmasın: Evet, gölgesiz, pürüzsüz bir şekilde, biz Kürtler’le kardeşiz.
Başkalarının icad ettiği hastalıklar, başkalarının işlediği cürümler, yaptığı haksızlıklar yüzünden bazı sorunlar ortaya çıkmış olabilir. Ama, geçmişte ve bugün, Türklerle Kürtler’in dostluğu konusunda bir engel yoktur. Sonradan icad edilmiş engeller, istenirse, doğru çalışılırsa, bertaraf edilebilir.
Bir ‘iç mesele’den bahsetmiyorum, bir ‘bölgesel mesele’den bahsediyorum ve bu bölgesel meselenin hem bölgeye, hem dünyaya, çok iyi tesirleri olabilir.
Belki herkes farkında değil, ama Kürtler, gerek Irak’takiler, gerek Türkiye’dekiler ve Suriye’dekiler, hatta İran’dakiler, gitgide, hatırı sayılır bir siyasi varlık haline geliyor.
Geçen hafta, Vahdettin İnce’nin -Fadime Özkan’ın röportajındaki- sözlerini manşete taşımıştık, ‘Türklerle Kürtler aynı millettir’ diye.
Bu bir gerçek ve bu gerçeğe eklenebilecek ikinci bir gerçek var, bunu da Vahdettin İnce söylüyordu: Aynı millet ve farklı ulus. (Ben, Vahdettin İnce’den farklı olarak, ‘ulus’ yerine, ihtiyaten, ‘kavim’ kelimesini tercih ederim. Ama murat aynı, kelimelere takılıp kalmaya lüzum yok.)
Bakmayın yakın zamanlarda yaşadığımız kötü tecrübelere, tarihte, Türklerle Kürtler kadar birbirlerini anlamış, birbirleriyle beraber olmuş, sırt sırta vermiş iki ulus örneği çok fazla değildir.
Sultan Alparslan’dan Selahaddin Eyyubi’ye, oradan Yavuz Sultan Selim’e... Bu dönemler, kuvvetli ittifak dönemleri olduğu için öne çıkmış olabilir, ama bunlardan önce de sonra da, Türkler ve Kürtler’in beraberlikleri daima ‘bereketli’ olmuştur.
Diğerlerini bir tarafa bırakalım, Kuds-i Şerif’in yeniden fethi, az bereket midir?
Haşa, ırkçılık bize hiç yakışmaz, orada, Araplar ve başka müslüman unsurlar da vardı.
Ne diyorduk? Barış sürecinin, başka bir şeye de kapı açması lazım.
Sürecin bizi götüreceği yer, kardeşliğe yakışır bir beraberlik olmalı.
İsrail’in, ABD’nin, Almanya’nın, yerine göre, İngiltere’nin, Fransa’nın, hatta Suriye’nin, İran’ın hesaplarını, manipülatif teşebbüslerini dengeleyecek, o hesaplar karşısında ‘biz’i, yani Türkler’i, Kürtler’i, Araplar’ı ve diğerlerini güçlü kılacak bir beraberlik.
Kürtleri vatandaş bile saymayan Esed’in bir kaç aydır yüzünde beliren ‘soğuk tebessüm’ü teşhis edecek, teşhir edecek bir beraberlik.
Kürtlerin, beraber çalışılan değil, sürekli suistimal edilen bir unsur olarak görülmesine mani olacak...
Sadece Türkiye hudutları içinde değil, bütün bölgede, ‘barış seçeneği’ne güç verecek bir beraberlik.
‘Yabancılar’ın tuzakları, Kürtler ve Türkler arasındaki şahinlerin, mesela PKK’daki bazı ‘şef’lerin küçük hesapları bu büyük potansiyeli harcarsa yazık olur.
Bugünlük diyeceğim bu kadar.