Türkiye içerisinden birilerinin basın özgürlüğüne sığınarak, devleti zor duruma sokma çabalarını seyrettikçe, Türkiye’ye son umudu olarak bakanakrabaların, dindaşların, mazlumların hayal kırıklığını görür gibiyim...
Senelerdir bu vakur devlet; etrafında olup bitenlere seyirci kalmayan, ondan imdat bekleyenin yardımına koşan zihniyeti, gelenek ve medeniyet felsefesinin bir parçası olarak yaşatmaktadır.
Şimdi özgürlüklere sığınarak, bu devletin büyük hedeflere giden yoluna çıkanların, sadece bir amacı olduğu bellidir. Mesele basın özgürlüğü filan değildir. Mesele; Türkiye’nin değişen mizacının, değişen ve genişleyen hedeflerinin yok olmasına yardımdır.
Biraz irdelersek, en gelişmiş ve dünyanın patronluğuna soyunan devletleri görürüz ki; devlet sırrı anlayışı, dokunulmaz ve hatta devletin tepesindekilerin bile sakındığı, el uzatılması İHANET olarak görüldüğü bir durumdur...
Şimdi bir gazetenin ve hatta bir kaç gazetenin yaptığı “basın özgürlüğü” felsefesini çoktan aşmış bir ihanet hikâyesidir...
Bu adamlar; hayatlarında hiçbir zaman, dertle dertlenmedikleri, gözyaşı silmedikleri, imdada yetişmenin mahiyetinin ne olduğunu bilmedikleri içindir ki, yaptıkları karalamanın sadece rakip oldukları siyasi partiye değil, ondan çok ve çok önemli olan DEVLETE vefasızlık olduğunu idrak etmemişler.
Cumartesi İstanbul’un fethinin 562. yıldönümü kutlamalarını seyrederken ise; idrak edenle, idrakten mahrumiyetin arasındaki kalın ayrımı görmüş oldum...
Bir tarafta medeniyet inşa eden milletin varlığı, diğer taraftan bunu işgal gören haçlıların halen devam eden saldırısını, yeni dille ve yeni metotlarla, “özgürlükler” adı altında savunanlar vardı.
Suriye’ye yardıma koşan Türkiye’nin önüne geçenler, işte İstanbul’un fethini işgal gören zihniyetin ta kendisidir...
Türkiye; tarihin her döneminde mazlumun feryadına koşan devlet olarak bilinmiş ve halen bu vasfını daha da vakur boyutta sürdürmektedir...
Boşnaklara, Uygurlara, Azerbaycanlılara, Ahıskalılara, Tatarlara, Çeçenlere, Abazalara ve tümüyle Çerkezlere, her zor durumda koşan Türkiye idi... 90’ların başında, kendinin en zor zamanlarında bile Sırpların zulmünden Boşnakları, Ermeni zulmünden Karabağ’daki Türkleri, Rusların zulmünden Çeçenleri, Çinlilerin zulmünden Uygur Türklerini savunmak için, imkânı neye yettiyse onu yapmaktan sakınmadı... Gazeteci geçinen koca koca adamlar, isim edinmiş bu zatlar, ne hikmettir bunu görmeyecek kadar körlerdir...
Bu devlet, en zor durumlarında bile kendi coğrafyasının insanına yardıma koşmuştur. Devletin gidemediği yerlere, Anadolu insanı ferasetiyle girmiş mefkûresinin peşinden zorluklara ve risklere koşmuştur...
Türkiye’yi uluslararası hukuka tabi tutma, onun yaptıklarını bu manşetlerle yabancılara sorgulatma niyetleri o kadar aşikârdır ki.
Bugün dünyanın küresel patronu olarak kendini tanıtan ABD dâhil güçlü ve demokrasi bayraktarlığı yapan devletlerin hepsi, böyle durumlarda milli güvenlik felsefesiyle kendi sırlarının basına yansımasını ihanet olarak algılamış ve gerekeni yapmıştır. Türkiye daha ciddi misyonlara soyundu diye,daha farklı boyutta varlığından söz ettirdi diye yapılan bu saldırılara kimse başka kılıf uydurmaya gayret etmesin. Devlet her şeyden önemlidirfelsefesinden yoksun insanların, demokrasi elbisesiyle ihanet üretmesini ne bu tarih, ne de yardımına koşulan o masum insanlar unutmayacaktır. Suriye’deki zulümle karşı karşıya kalan insanların imdadına yetişmeye gayret eden Türkiye’nin önünü kesmeye kalkanın, bırakın milli duyarlılıktan,insanlıktan bile nasibini almadığı görülmektedir... Tarih öyle enteresan bir anlayıştır ki, üzerinden asırlar geçse de, sayfalarında hayırla şerrin mücadelesindeki HAKKI göstermiştir ve dünya durdukça göstermeye devam edecektir...