İsrail Türkiye’yi kaybetmenin karşılığını çok ağır bir şekilde görüyor. Türkiye’den doğan boşluğu Yunanistan, Romanya gibi ülkelerle doldurmaya çalışan, hatta PKK gibi gayri-meşru yapılar ile flört ederek Türkiye’yi cezalandırmaya kalkan İsrail bu boşluğun asla dolamayacağını anlamış olmalıdır. Türkiye, İsrail için tıpkı Mısır gibi boşluğu doldurulabilir bir ülke değildir. İsrail Türkiye’ye zarar verebilir, ancak o boşluk dolmadan bölgede güvenliğini sağlayamaz.
Türkiye’nin ne kadar önemli olduğunu en son Birleşmiş Milletler’de (BM) gördük. 29 Kasım 2012 günü BM Genel Kurulu Filistin meselesinde tarihi bir karara imza attı ve Filistin’i “üye olmayan gözlemci devlet” olarak da olsa “devlet” sıfatıyla tanımış oldu. Kararın çıkmasında Türkiye’nin heyecanı ve yoğun lobiciliği büyük rol oynadı. Karar Filistin ve Türkiye için büyük bir zafer ise ABD ve İsrail için çok büyük bir hezimettir. İsrail’in 65. kuruluş yılında tam 138 devlet ABD’nin baskılarına rağmen İsrail’in karşısında yer aldı ve Filistin’i bir devlet olarak tanımış oldu. 41 devlet ise çekimser kalırken bir sonraki oylamada Filistin’in lehine oy vereceklerinin sinyalini vermiş oldular. Bu oylamada İsrail ve ABD’nin yanında sadece Panama, Nauru, Palau, Mikronezya, Çek Cumhuriyeti, Marshall Adaları ve Kanada vardı.
Yalnızlaşan İsrail
BM’deki tabloya bakıldığında İsrail’in sadece ‘yok etmek üzerine kurulu stratejisi’nin kendisine büyük zarar verdiği kolayca anlaşılabilir. Ancak İsrail bu politikalarıyla dünyanın tek süper gücü olan ABD’yi bile yalnızlaştırmayı başarıyor. Başka bir deyişle İsrail’in zararı sadece kendisine değil, ABD’ye de ve bu maliyet her geçen gün artıyor.
Kim ne derse desin bu tablonun oluşmasında İsrail’in Mısır’ı ve Türkiye’yi kaybetmesinin rolü büyüktür. Eski ABD başkanlarından Ronald Reagan“İsrail’in güvenliği için yapılabilecek en büyük iş yeni Mısırlar yaratmaktır” demişti. Reagan bu sözleriyle Hüsnü Mübarek dönemi Mısırını, yani bağımsızlığını kaybetmiş, siyasi ve ekonomik olarak bağımlı bir Mısır’ı kastediyordu. ABD ve İsrail aynı stratejiyi Türkiye’ye de uygulamıştır. Böylece Mısır ve Türkiye uzun yıllar İsrail’in bölgedeki politikalarının önemli yapı taşlarından biri haline getirilmiştir.
Türkiye’de darbeci çetelerin sistemden uzaklaştırılması ve Arap dünyasında diktatörlerin devrilmeye başlamasıyla birlikte İsrail Müslüman dünyadaki dostlarını kaybetmeye başladı. Belki de sırf bu nedenle Mısır’da Mursi’den kurtulmak için çok güçlü çabalar sahneleniyor. Ve aynı şekilde PKK bir yönüyle anlamsız bir şekilde Türkiye’nin üzerine salınırken, Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi geciktiriliyor.
Nefret üretiyor
Kısacası İsrail ‘eski Ortadoğu’yu mumla arıyor, hatta ‘yeniden o düzene dönülebilir mi’nin hesabını yapıyor. İsrail komşularını sonsuza dek baskı altında tutma ve bölge halklarının taleplerini yok sayma politikalarının cezasını yalnızlaşarak ve kendisine karşı nefret üreterek görüyor. Geçmişte anti-semitizmin özellikle Hıristiyan dünyasında dinci ve ırkçı kökleri vardı. Bugün ise İsrail-karşıtlığı ve bunun uzantısı olarak Yahudilere duyulan tepkinin siyasi temelleri oluşuyor ve bu duygular güçlü bir akım haline gelme riskini taşıyor. Anti-semitizmin nedenleri ne kadar haksız ise bugün İsrail-karşıtlığının nedenleri bir o kadar haklı ve güçlü bir şekilde oluşuyor. Kısacası İsrail tüm dünyayı karşısına alan hatalarıyla sadece kendisine değil, tüm Musevilere dönük tepkileri de kalıcı hale getirebiliyor.
Nitekim İsrail BM’deki oylamadan sonra bildik hoyrat ve ölçüsüz tavırlarını sürdürdü. Karar nedeniyle Filistinlileri ve adeta tüm dünyayı suçladı. Kararın daha fazla çatışma ve kan getireceği tehditlerini savurdu. En kötüsü Başbakan Netanyahu BM kararına işgal altındaki Filistin topraklarında 3 bin yeni Yahudi yerleşim yerine izin vererek karşılık verdi. Anlayacağınız İsrail uslanmıyor, dünyayı karşısına almaya devam ediyor.