Türkiye 2013 yılının ortalarından başlayan, ülkenin iç ve dış siyaseti ile ekonomisine hatırı sayılır etkileri olan bir dönemi Antalya’daki G20 Zirvesi’nde tamamladı...
Ortadoğu gelişmelere Doğu Akdeniz stratejik dengelerinin damgasını vurduğu dönemde “küresel güçler”in kontrol altına almaya çalıştığı, bu çabaları doğrultusunda da düzenli ve güçlü algı operasyonlarının öne çıktığı bir dönem yaşandı...
Türkiye’nin, mirasçısı olduğunu her zaman vurguladığı bir küresel imparatorluktan kaynaklanan deneyimleri ile bölgesindeki gelişmelere yön verme gayretlerinin dünya güçleri tarafından görmezden gelindiği, hatta, engellenmeye çalışıldığı bir süreç yaşandı...
Süreç, 7 Haziran seçimi ile zirve yapan iç siyasi istikrarsızlık yaratma gayretlerine, bununla bağlantılı olarak da dış politikada ülkeyi kendi kabuğuna hapsetme esasına dayanıyordu...
Her zaman söyledim, Batı ve karşıtında yer alan hegemonak güçler, zayıf, hatta parçalanmış bir Türkiye değil, güçlü ama kontrol edilebilir bir Türkiye’nin hedefindedir... Son iki yılda yaşadıklarımız ne yazık ki, zaman zaman bizlere patinaj çekme sorunları yarattı...
Antalya, bütün bu çabaların son bulduğu bir dönüm noktası olarak değerlendirilmeli. Bu gelişmede kuşkusuz, seçmenin 1 Kasım Seçimi’nde iç siyasi istikrara dönük verdiği güçlü mesajın büyük payı var. Evet, Türkiye, demokrasi mekanizmaları nedeniyle henüz hükümetini kuramamış durumda, ama Antalya’da ortaya çıkan tablo, dünyanın Türk seçmenin mesajını aldığı, içine de sindirdiği yönündeydi...
Türkiye’nin tutarlı duruşu...
Erdoğan’ın Obama ve Putin’le yürüttüğü görüşmelerin perde arkasını yakalamamız kuşkusuz zaman alacaktır ama, iki liderin de Türk diplomasisi karşısında zor durumda oldukları açık bir gerçek...
Türkiye, Suriye’de çizgilerini beş yıl önce belirlemiş, bu çizgilerinde herhangi bir savrulma yaşamamış bir devlet olarak ağırladı konuyla doğrudan bağlantılı konuklarını... Obama’nın özellikle, Türkiye-Suriye sınırının güvenliğine dönük açıklaması, Amerikan yönetiminin 2.5 yıldır kulak tıkadığı Ankara kaynaklı “güvenlikli bölge” çağrılarını bir hayli yaklaştığını göstermesi açısından önemliydi.
Zirve öncesi yaptığı açıklamalarda “Ben Antalya’ya esas olarak dünya ekonomisini konuşmaya gidiyorum” diyen Putin’in ise tüm kendinden emin görüntü verme çabalarına karşın, adım adım girdiği bir vekalet savaşı bataklığından ancak, Türkiye’nin samimi desteğiyle çıkabileceğini fark ettiği belli oluyordu...
Bir dönem Sarkozy ile birlikte geliştirdiği ittifakta Türkiye’yi Avrupa Birliği sınırlarının dışındaki “muhtemel ortak” olarak gören Merkel’in son mülteci krizinden sonra savrulduğu yeni siyasi tercihler ise ortada... Avrupa, Türkiye’yi dışlayarak, ABD ve Rusya ise Ortadoğu gibi son derece karmaşık bir bölgede paradigma dışı bırakarak bir yere varamayacaklarını anlamış şekilde geldiler Antalya’ya...
Türkiye’nin önem nedeni...
Eğer yaşadığımız dünya, “paran kadar konuş” esasına dayanıyorsa... Veya sergilenen bütün bilek güreşleri “benim silahım seninkinden güçlü” noktasında şekilleniyorsa, Türkiye, bu iki alanda da “orta halli” sayılabilecek bir bölge gücü...
Ekonomisi, G20’nin zenginleriyle, ordusu, Rusya ve Çin’le kıyaslanabilir mi, hayır... GSMH’sı 10 bin Dolar olan bir ülkenin kendisiyle aynı düzeydeki Meksika, Brezilya gibi ülkelerden daha yüksek sesle konuşuyor olmasının ana nedeni, Türkiye’nin sergilediği “deneyimli/akıllı güç” karakteri kuşkusuz...
Dünya, Antalya’da, parasını veya askeri gücünü değil, deneyimlerini konuşturan ve bütün devletlerin silaha ve savaşa yüzlerini döndükleri dünyanın çok karışık bir bölgesinde “vicdani diplomasi” ile ayrışan çok özel bir bir devletin konuğu oldular...
Küresel ekonomik kalkınmanın eşitlikçi ve sürdürülebilir düzeyde olmasını, bunu başarabilmek için terör grupları arasında ayrım gözetmeksizin küresel güvenlik istikrarı için hedefler geliştiren bir Türkiye...
Biz, kendimizi dünyaya anlatmaya çalıştık...
Anladılar mı, bunu da zaman gösterecek...