TÜİK tarafından dün açıklanan son nüfus verileri, Türkiye'nin demografik yapısında önemli değişikliklerin yaşandığını gösteriyor. Ülke nüfusu 85,4 milyon seviyesine ulaşırken, yıllık nüfus artış hızı binde 1 olarak gerçekleşti. Halbuki yıllık nüfus artış hızı 2008'de ise binde 13'tü. Diğer dikkat çekici husus ise, 2023'te yaşlanmanın bir sonucu olarak ortanca yaş 34'e yükseldi.
Nüfusun artmasına rağmen yaşlanma eğiliminin gözlemlenmesi ve doğurganlık oranlarının düşmesi, ülkenin sosyal, ekonomik ve politik yapısını etkileyebilecek uzun vadeli tehlikenin işaretçisi. Gelecek yıllarda, nüfusun yaşlanması ve göç, sıkça tartışılacak iki kritik demografik konu olarak dikkat çekiyor.
Peki genç nüfus neden önemli, bir taraftan nüfus artarken, diğer taraftan nüfusun yaşlanması ne anlam ifade ediyor?
Bu konuda iki farklı yaklaşım bulunuyor.
İlki nüfusun çoğalmasından ziyade, kaliteli, nitelikli ve eğitimli bireyin önemli olduğu ifade eden yaklaşım. Hatta Türkiye'de belirli bir dönem bu çerçeve de nüfus planlanması devlet tarafından yapılmıştı.
İkinci yaklaşım ise genç nüfusun önemli olduğu ve muhtemel yaşlanan ülkelerin geleceği için birçok riskleri beraberinde içermesi.
Yaşlanan Ülkeler
Avrupa Komisyonu bu soru için oldukça net bir cevaba sahip. 21. yüzyılda Avrupa'nın en büyük probleminin 'yaşlanan nüfus' olacağı noktasında neredeyse eminler. Almanya ve İtalya'da nüfusların halihazırda yüzde 21'i; Fransa'da ise yüzde 18'i 'yaşlı insanlardan' oluşuyor.
Saydığımız üç ülkenin de Avrupa'nın oldukça kalabalık noktaları olduğunu hatırlatalım.
İskandinav ülkelerindeki durumun da hemen hemen aynı olduğunu söyleyebiliriz. 81 milyon ile Avrupa'nın en kalabalık nüfuslarından birine sahip olan Almanya'da bu sayı yalnızca 39 yıl içerisinde 71 milyona düşecek.
Meseleyi küresel boyutta yorumlayan analistlere göre dünya nüfusu gelecek yıllarda daha çok ve daha hızlı biçimde yaşlanacak. Bu konuya dikkati çeken bir BM raporu da mevcut. 2047'de tarihte ilk kez yaşlı sayısının çocuk sayısını geçeceği bir yıl yaşayacağımız öngörülüyor. Aynı rapor, 2050 yılında 65 yaş ve üzeri nüfusun Avrupa'da yüzde 23'ten yüzde 28'e çıkacağını söylüyor. Benzer sıkıntıyı yaşayan bölgeler arasında Kuzey Amerika da var. Kuzey Amerika'da da yaşlı nüfusun aynı zaman dilimde yüzde 18'den yüzde 23'e yükseleceği tahmin ediliyor.
Dünyanın en kalabalık ülkesi Çin, uzun yıllar tek çocuk politikasına bağlı olarak nüfus artışını yavaşlatmıştı. Ancak yaşlı nüfusun artış göstermesi sonucunda Çin tek çocuk politikasından zaman içerisinde vazgeçmek zorunda kaldı.
Asya'nın güçlü ekonomilerinden Japonya'da nüfusun yüzde 25,8'i de yaşlılardan oluşuyor ve bu artış günbegün devam ediyor. Benzer şekilde Rusya da aynı durumla karşılaşan ülkeler arasında. Ülkede nüfusun yüzde 13,3'ü yaşlılardan oluşuyor.
Yaşlanan Nüfusun Büyümeye Etkisi
Gelişmiş ülkelerin en büyük sorunlarından biri büyümenin yavaşlaması. Son 10 yılda; büyüme oranları gelişmiş ülkelerde %3.1'den %1.2 seviyelerine kadar geriledi. Yaşlanan nüfus ve emeklilik giderlerinin kamu bütçesinde oluşturduğu baskı büyümeyi yavaşlatan etkenlerin başında geliyor.
Türkiye Genç Nüfus Özelliğini Kaybediyor
Türkiye'de, diğer ülkelere oranla iyi bir seviyede seyreden genç nüfus oranı da düşüş trendine girmiş durumda. Genç ve dinamik nüfus yapısı Türkiye'yi birçok ülkeye oranla daha avantajlı kılıyordu. TÜİK verilerine göre yüzde 8 olan 'yaşlı' sayımız 10 sene içerisinde tüm dünyayı etkisi altına alan 'yaşlanma krizinden' payını alarak daha üst seviyelere çıkabilir. Bu durumun emarelerinden birine rastlıyoruz. Türkiye'de ilk kez kadın başına doğum oranı %2'nin altına inmiş durumda.
Sosyal Güvenlik Sistemine Etkileri
Bilhassa doğum ve ölüm oranlarındaki değişimler, dünya çapında nüfus ve yaş yapısını da değiştirecek. Bu yüzden ister gelişmiş olsun ister hala gelişmekte olsun bütün ülkeler siyasi ve iktisadi planlamalarını gelecekteki nüfus yapısına göre planlamak zorunda. Aksi takdirde, Yaşlı nüfusun artan sağlık giderleri ve emeklilik ücretlerinin, sosyal güvenlik sistemi üzerinde doğal bir yük oluşturacağı düşünülüyor.
Bu önlenemezse yaşlı nüfus çalışan kesime daha da bağımlı bir hale gelecek. Söz konusu bağımlılığın ülkelerdeki nüfus/işgücü dengesini bozarak ekonomik kalkınmayı sekteye uğratması ise kaçınılmaz.