Türkiye, Ortadoğu’da kurulu bir düzene adeta meydan okudu. 2002’den sonra çatışma ve kutuplaşmalara dayalı eski Ortadoğu’yu değiştirmeye kalktı. Bunu ‘yumuşak güç’le yaptığı sürece eski Ortadoğu’nun değişime direnmesi zordu, çünkü Türkiye daha fazla iletişim, daha fazla ticaret ve işbirliği ile eski Ortadoğu’yu yumuşatmaya, hatta eritmeye başlamıştı bile...
Türkiye’nin bu süreçteki hatası bir düzeni değiştirirken onun sahiplerinin değişime direneceklerini yeterince hesaplayamamış olmasıdır. Yani, bir düzenin üzerine başka bir düzen olmaz.
Hiçbir düzen yerini bir başkasına kolayca devretmez.
***
Ortadoğu’da eski düzene bakıldığında, sistemin 1. Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızlar tarafından kurulduğunu, zamanla Fransızların yerini Amerikalıların aldığını görürüz. Soğuk Savaş yıllarında Rusya bölgeye sarkmaya çalışmışsa da sistem özünde bir Anglo-Amerikan üretimidir. Bu arada hatırlatmak gerekir, ‘Ortadoğu’ kavramı da yapay, sonradan üretilmiş bir Anglo-Amerikan icadıdır. 20. yüzyıldan önce tarihin hiçbir döneminde bu topraklara ‘Ortadoğu’ denmemiştir.
Üretilmiş Ortadoğu düzeninin güç aldığı 3 temel dayanağı vardır, bunlardan ilki Arap dünyasının İran korkusudur. İran, İslam Devrimi’nden önce de, sonra da özellikle Körfez dünyasının en çok çekindiği ülkedir ve bu korku sayesinde Araplar Batı’ya adeta teslim olmuşlardır.
Sisteme güç veren ikinci kaynak ise Filistin sorunudur. İsrail ile Araplar arasındaki çatışma sanılanın aksine Arapları birleştirmemiş, sonu gelmeyen sorun nedeniyle Batı bölgeye sürekli olarak çağrılmıştır.
Sistemi ayakta tutan ve bölge halklarını ayrı tutan üçüncü önemli kaynak ise mezhep rekabetleri ve çatışmalarıdır. Şiilerin ve Sünnilerin birbirlerine duyduğu güvensizlik, hatta husumet birlikte hareket etmeyi engellediği gibi, dış güçlerin bölgeye girişini de kolaylaştırmıştır.
***
Türkiye ticaret, kültürel ilişki ve siyasi iletişim üzerinden eski Ortadoğu’yu değiştirmeye kalkınca bundan en çok İran ve İsrail rahatsız olmuştur. Elbette mülkün, yani bölgesel düzenin esas sahipleri de gelişmeleri kaygıyla izlemişlerdir. Türkiye’nin bölgeyi işbirliği temelli olarak değiştirme çabaları 2008 yılına, yani Gazze’ye İsrail saldırısına kadar büyük oranda sorunsuz olarak devam etmiştir. Bu tarihten sonra ise Davos ve Mavi Marmara İsrail ile sorunları zirveye taşımıştır ve İsrail Türkiye’nin yeni Ortadoğu girişimine açıktan muhalefet etmeye başlamıştır.
Sistemdeki değişikliklere direnen bir diğer güç olan İran ile ilişkiler ise Arap Baharı ile zorlanmaya başlamıştır. Her iki devlet de ilişkileri koparmamak için çaba gösteriyor görünse de, İran perde gerisinden PKK sorunundan Suriye’ye, Mısır’dan Yemen’e kadar Türk çıkarlarının altını oymaktadır.
Türkiye’nin Batı’dan bağımsız ve alternatif Ortadoğu politikası daha önce belirttiğimiz üzere sistemin asıl sahiplerini de endişelendirmektedir. Türkiye’nin Suriye’de ve Irak’ta yalnız bırakılmasının ve işlere fazlaca karıştırılmak istenmemesinin bir nedeni de budur.
Türkiye değişimde ısrar ettiği sürece birileri de Türkiye’yi sistemin dışına atmaya çalışacaktır. Somali’de Türk Büyükelçiliği’ne gerçekleştirilen terör saldırısı bunun açık işaretlerinden biridir. Mogadişu’daki saldırı El Şebaab’ın sıradan bir saldırısı olarak değerlendirilemez. Bir polisimizin şehit olduğu bu saldırıda Türkiye’ye “ayağını denk al, yolumuzdan çekil” denmek istenmiştir.