15 TEMMUZ YAZILARI
Türkiye, askeri darbelere yabancı olmayan bir ülke. TSK İç Hizmet Kanunu'nda geçmişte yer alan “Cumhuriyeti koruma ve kollama” misyonu “Cumhuriyet tehlikeye düştü” gerekçesinin oluştuğuna inanılan bir noktada devreye sokulmuş ve çok partili hayata geçildiğinden bu yana doğmadan ölenler bir yana, 6 askeri müdahale gerçekleşmiştir. Kiminin gerekçesinde terör vardır, kimininkinde “irtica” kapsamına sokulan İslami gelişmelerin kurulu düzen tarafından tolere edilebilecek olanın ötesine geçtiği değerlendirmesi vardır. Özellikle İslami gelişmelere yönelik askeri müdahaleler, devlet - toplum ilişkileri açısından ciddi yaralanmaların gerçekleşmesine sebep olmuştur.
Geçmiş darbelere ilişkin bir tespit devreye uluslararası odakların girmesidir.
Bir diğer tespit de Türkiye'nin düzeninin uluslararası bir dizaynın parçası olduğu ve o dizaynın zorlandığı durumlarda askeri darbelerin bir enstrüman olarak devreye sokulduğudur.
15 Temmuz'da gerçekleşen darbe girişimi “Askeri hüviyet” itibariyle öncekilere benziyor olsa bile, darbede rol alanların hüviyeti itibariyle öncekilerden farklı bir mahiyet taşımaktadır. Nedir o? O da kalkışmanın, dini zeminde oluşmuş bir yapı tarafından, dindar bir kadroya karşı yapılmış olmasıdır.
Meselenin bu yönü, askeri müdahalelerin uluslararası boyutunu daha çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Öyle ki darbe girişimi, “Ne istedilerse verilen” bir kadro tarafından, bunları kendilerine “Alnı secdeye gelen kişiler” oldukları için veren siyasi kadroya karşı gerçekleştirilmiştir. Gerçekten ülke realitesi açısından absürd, ancak uluslararası plan bakımından anlaşılabilir bir durum söz konusudur. Uluslararası odaklar, dini zeminde oluşmuş bir yapıyı, dindar bir siyasi kadroyu devirmek için devreye sokmuştur. Neden? Türkiye'yi yöneten kadro, bölgenin uluslararası plandaki dizaynını zorlayan bir yöneliş içindedir! Uluslararası odaklar Mısır'da bunu alnı secdeye gelen bir general ve onun yanında poz veren Selefilerin işbirliği ile gerçekleştirmiştir.
Olanların Sovyetler'in dağılmasından hemen sonra başlayan, yeni NATO misyonu ile bağlantılı, epeyce bir arka planı da vardır.
Darbe bastırılmıştır. Ancak bölgemizde ve tüm İslam dünyasında kimi zaman devletlerin, kimi zaman dini zeminde oluşmuş yapıların devreye sokulmasıyla ve "İslam'ın İslam'la savaşı" şeklindeki Condelezza Rice formülasyonu içinde operasyon devam etmektedir.
***
Bu hikaye, “Cemaat” olarak yola çıkıp, “Gülen hareketi” olarak dünyaya açılan, devletin farklı tarihlerde bir “Türkiye hamlesi” yaklaşımıyla destek verdiği, küresel odakların “Ilımlı İslam” hesabına denk düşen bir Yapı'nın, küresel odaklar tarafından Türkiye'ye karşı kullanılır hale gelmesinin hikayesidir.
Bu yapının Refah Partisi ile ilişkisi sorunlu oldu. 28 Şubat'ta genel İslami zeminle ayrışma yaşadı. Ak Parti yola çıkarken Refah'tan farklı olarak Batı ile diyalogu tercih ettiği için, bu yapı ile de paralel duruş gerçekleşti.
Ne zamana kadar?
İslam coğrafyasında Batı'nın kontrolü dışında gelişmeler yaşanmaya ve Ak Parti liderliğinin Türkiye'yi Batı'dan farklı bir yerde konuşlandırdığı kanaatinin Batı'da oluşmasına kadar.
Bundan sonra Batı'nın güç odakları tarafından İslam coğrafyasına yönelik gözaltı dönemi ve operasyonlar başlayacaktır.
Bu süreçte Yapı'nın Batı'nın tavrına monte olduğu gözlemlenecektir. Bir tür savaş enstrümanı rolüne girilmiştir. Bu benimsenmiştir. Gönüllü mü, yoksa uluslararası planda yürüyen ilişkiler sebebiyle bir “bedel ödeme” durumu mu söz konusudur? Gelinen noktada bu rolün içselleştirildiği anlaşılmaktadır. Darbe girişimindeki rol, Batı'daki güç odaklarının, “Erdoğan'la hesaplaşma” projesinin icrası rolüdür.
Türkiye kaynaklı bir hareket, her şeyi sıfırlamayı göze alır, “İhanet rolü”nü bağlılarının üstüne silinmez kara bir leke olarak sürdürmezdi. 15 Temmuz'un bir yönüyle “İhanet”i bir yönüyle “İhanete karşı millet direnişi”ni sembolize etmesi, o “Yapı'nın sade bağlıları” için ne kadar dramatiktir.