Uzakdoğu ülkelerinden birinde doğmuş, ABD’de büyümüş, şimdi de orada yüksek eğitimini yapıyor. Kendisini ‘Amerikalı’ hissettiği her halinden belli. Üniversiteler arası yarışta hep ilk sıralarda yer alan bir okulda okuyor. Lisans tezi olarak ‘Türkiye’de basın özgürlüğü’ konusunu almış; daha önce bir yıl ‘değişim öğrencisi’ sıfatıyla ülkemizde bulunduğu ve gazeteciliği uğraş alanı seçmeyi düşündüğü için...
Şimdi de okulu gidiş-dönüş uçak biletiyle masraflarını üstlenmiş, o da görüşmeler yapmak üzere bir haftalığına İstanbul’a gelmiş...
Gencecik biri size apansız “Freedom House ve basın özgürlüğü konusuyla uğraşan diğer örgütlerin listelerinde Türkiye en kötü yerde, buna ne dersiniz?” diye sorunca afallıyorsunuz...
Bilgi doğru. Geçenlerde ben de yazdım; Basın özgürlüğü konusunda ‘sabıkalı’ ülkelerden çok daha fazla gazetecisini cezaevine tıkmış bir ülke olarak görünüyor Türkiye... Adalet Bakanlığı’nın da kabul ettiği ‘hapiste gazeteci’ rakamı çok yüksek: 49...
Hem de, dünyanın belki de en ileri ve en özgür ‘Basın Kanunu’na sahip olduğumuz halde böyle bu...
Ak Parti hükümetinin kuruluşundan kısa süre sonra dönemin basından sorumlu bakanı Prof. Beşir Atalay üç gün süren bir zirve toplamış, orada ‘en ileri ve en özgür medya düzeni nasıl olur?’ konusunu medya mensuplarına ve hukukçulara tartıştırmıştı. Zirveden çıkan sonuçlar, tartışmalarla birlikte, kocaman bir kitap halinde yayınlandı da...
Prof. Atalay zirve tartışmaları ışığında AB normlarına da uyumlu olacak şekilde hukukçulara hazırlattığı kanun metnini hem basın örgütlerine gönderdi, hem de konuyu dert edinen kişilere... Onlardan gelen dilek, temenni ve itirazları değerlendirip eldeki tasarıyı kusursuz hale soktu. Meclis’ten geçen ve halen yürürlükte olan, basın örgütlerinin de onayını almış o kanundur.
Nasıl oldu da, özgürlüklere hassas yerli ve yabancı kuruluşları ülkenin aleyhine tavır almaya sevk eden ‘cezaevinde gazeteciler’ yanlış görüntüsü çıktı ortaya?
Sorunun bazılarını çok rahatsız eden basit bir cevabı var: ‘Ergenekon’ sürecinin aldığı halk desteğinin azalmasına yol açan birkaç yanlış tutuklama ile KCK operasyonu... Yanlış tutuklamalar ‘gazeteci’ kimliğiyle bilinen kişilere yönelikti; o gün bugündür ne zaman Türkiye ve basın özgürlüğü konusu açılsa hep o ‘gazeteciler’ isimleriyle gündeme geliyor... KCK operasyonu ise ‘Özgür Gündem’ ve benzeri gazetelerde çalışan çok sayıda kişiyi cezaevlerine doldurdu.
“Ha” demeden birdenbire 100’den fazla gazetecinin cezaevlerine tıkıldığı bir çağdışı ülke görüntüsü kazanıverdi Türkiye... Daha önce Ak Parti’ye olağanüstü kredi açmış kuruluşlar ve yetkili kişiler, önce “Ne oluyoruz?” diye sormaya, sonra da aleyhte konuşmaya, raporlar yazmaya başladı.
İki yanlış hamlenin, ‘Ergenekon’ sürecini zedelemek, terörle mücadeleyi zaafa uğratmak ve Ak Parti’yi içte ve dışta —ama özellikle dışta— zayıflatmak amacıyla gerçekleştirildiğine inanıyorum...
Geçenlerde New York Times (NYT) adına ülkemize gelen bir meslektaşa bunları anlattım, gözleri faltaşı gibi açıldı. Ancak hemen ardından, “Bunu sen anladın da, koskoca iktidar partisinden kimse anlamadı mı?” sorusu sökûn etti. Bir de şu takip sorusu: “Anlamış olsalardı, herhalde çaresine bakarlardı, öyle değil mi?”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onadığı ‘anadilde savunma hakkı’ diye ünlenen son kanun değişiklikleri yabancılar karşısında çektiğim ızdırabı ortadan kaldıracağa benziyor. Binlerce kişi değişiklik sayesinde özgürlüğüne kavuşacak. Herhalde özellikle ‘gazeteci’ olarak bilinenler yeni düzenlemeden yararlanacak ve hapisten çıkacaktır.
Umarım öyle olur.
Tez yazmaya hazırlanan yabancı sorgucuma, “Türkiye bu görüntüyü kesinlikle hak etmiyor; göreceksin yakında yaşanacak bazı gelişmelerle, ilk sırasını işgal ettiği ligten çıkıp gazetecilerini hapsetmeyen bir ülke haline gelecek Türkiye” sözü verdim çünkü.