Türkiye Amerika ile konuşuyor. Türkiye Avrupa ile konuşuyor. Türkiye İran’la konuşuyor.
Türkiye Suudi Arabistan’la konuşuyor.
Türkiye, bir şekilde (ABD ve lobiler üzerinden) İsrail ile konuşuyor.
Türkiye bir şekilde (Suudi Arabistan üzerinden) Mısır’la konuşuyor.
Ve bana göre Türkiye, bir şekilde Rusya ile konuşuyor.
Bir yerden baktığınızda Türkiye’nin şu sayılan ülkelerin pek çoğu ile sorunlar yaşadığını düşünürsünüz. Hani “sıfır sorun”dan başlayıp “yalnızlaşma” noktasına geldiği tarzında suçlamaya hedef oluyor ya Türk dış politikası, işte onlar problemli zeminin göstergesi.
Evet, sorunlar var ve bir pencereden baktığınızda Türkiye’nin alanının daraldığı gibi bir izlenimden söz
edilebilir.
Kimbilir bazen Amerika’nın, Avrupa’nın, Rusya’nın aklından “Ortadoğu’da Türkiyesiz oynamak” da geçiyordur. Hatta zaman zaman o tarzda oyun kurmaya başladıkları bile oluyor. Ancak bu yöndeki girişimler, önce oyun kurucuların birbirine karşı politikalarına çarpıp devre dışı kalıyor.
Şunu da söylemek mümkün:
Bazen bizim de içimizden, bu dünya güçlerini görmezden gelerek oyun kurma düşüncesi geçiyor olmalı. Cumhurbaşkanımızın başından beri dünya sistemine yönelik sorgulamaları, bizim coğrafyamızda yaşadığımız ve zaman zaman bizi de yakan ateşten de kaynaklanıyor.
Doğrusu sınırları zorlamak istiyoruz.
Ve doğrusu o sınırların zorlanması ihtiyacı da var.
Çünkü içinde bulunduğumuz ve “Bizim coğrafyamız” diyeceğimiz coğrafyanın tanzim edilişi normal değil.
Türkiye’nin pozisyonu normal değil, bölgedeki tüm diğer İslam ülkelerinin pozisyonu normal değil.
Bu anormallik, mesela bize, iç sistem yapılanmamızdan dış ilişkiler ağımıza kadar kuşatılmışlık hali yaşatıyor. Bunu tüm İslam coğrafyası için ifade etmek mümkün.
Benim coğrafyamızda yaşanan sancı için iade ettiğim “Yaşananlar Türkiye’nin Türkiye olma, İslam dünyasının İslam dünyası olma mücadelesi” tespiti tam da bunu ifade ediyor.
Ama bunu İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye 55 ülke bir araya gelip “İşte biz kendi coğrafyamızı kendi gönlümüze göre tanzim ediyoruz” diyerek yapamıyoruz. Çünkü bu 55 ülkenin zihin dünyasının da parçalanmışlık sendromu diye bir gerçeği var.
Parantezin kapanması kolay değil.
Parantezi açanlar, kapanışı da programlamak istiyorlar.
Ancak şartlar da parantezin açıldığı zamanki şartlar değil.
Ben şuna inanmışımdır: Türkiye, parantezin açıldığı zaman da -Birinci dünya savaşı şartlarını ilk püskürttüğümüz günler- bu paranteze gönül rızası ile boyun eğmedi. Boyun eğdi, razı olmadı. Ve bana göre o tarihten sonraki bütün zamanlarda Türkiye, iç irade olarak, bu anormalliğin değişmesini arzuladı. Ona hazırlık yaptı.
Bugünler o iradenin yeniden hamle yaptığı günlerdir.
Coğrafyamız kıpır kıpır. Türkiye’nin çağı zorlama iradesine benzer yükselişler bütün İslam coğrafyasında var.
Bölgeyi tanzim eden güçler arayışta.
Acaba yeniden bir küresel kumpas kurulabilir mi, İslam dünyasının zaafları kullanılarak bu coğrafya yeniden İslam toplumlarına rağmen tanzim edilebilir mi?
Türkiye diri bir irade ve Türkiye, en başta saydığım bütün ilişkilerde herkesi bu coğrafyanın gerçeğini görmeye davet ediyor.
İran’a da söylenecek var, Suudi Arabistan’a da...
Ama öte yanda Amerika’ya da Avrupa’ya da...
Rusya da keyfine göre oynayamaz bu coğrafyada İsrail de.
Türkiye bu coğrafyada hiç şüphesiz en belirleyici ülkelerden biridir. Kuşkusuz bizim de reel politik diye bir meselemiz vardır, kuşkusuz dünya güçlerini hesaba katmak zorundayız, kuşkusuz bu coğrafyada tarlalar çok sürülmüştür, kuşkusuz her İslam ülkesinin “en ulvi hedefler”de bile kendine özgü bir duruş tercihi olacaktır... Ancak bütün hesapların bir yerinde Türkiye’nin duruşunun önem arz ettiği de bir realitedir. Türkiye de bu hayati noktayı
dikkate alarak değerlendirme yapmak durumundadır.