Son yıllarda gelişen ilişkilerin bir sonucu olarak Çin devasa bir yatırım paketiyle Türkiye’nin kapısını çalmak üzere. Özellikle Suriye üzerinden yaşanan krize rağmen, Rusya’yla ilişkiler bambaşka bir seyirde devam ediyor.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, siz bu yazıyı okurken Türkiye’de olacak. Putin’in Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplantısı için yaptığı bu ziyarette ekonomi, finans, güvenlik, ticaret ve kültür alanlarında 9 ayrı anlaşma imzalanacak.
Bu tablonun hangi tarafı sahici? Gerginlik mi, yoksa giderek gelişen siyasi ve ekonomik boyutu mu? Yoksa mevcut gerginliği gelip geçici gören ve geleceğe bakan bir siyasi akıl faaliyeti mi var ortada?
Suriye konusunda başından itibaren Ankara’yla net bir görüş ayrılığı içinde olan Moskova, sadece bizi değil, ABD’nin başını çektiği bloğu da Şam konusunda istediği çizgiye getirmiş görünüyor. Moskova, Suriye’deki rejimin devamını, daha doğrusu kendi kontrolünde değişimini, adeta varlık sebebi olarak ilan etti.
Soğuk Savaş’ın bitiminden itibaren belki de ilk kez Rusya’yı, bir sorunla ilgili bu denli kararlı, devamlı ve sahici bir politikayla sahnede gördük. Nitekim bugün Şam’da ne olacağı konusunda söylediklerine en çok dikkat edilen ülke durumunda.
***
Gerçek şu ki, özellikle Moskova-Şam seferini yapan bir Suriye yolcu uçağının durdurulmasıyla iki ülke arasındaki ilişkilerin derin yara alacağına inananların sayısı hayli fazlaydı.
Bu görüşe başından itibaren katılmadım. Birkaç nedenle. Birincisi iki ülke ilişkilerini sadece bölgesel sorunlar üzerinden okumak yetersiz bir yaklaşım. Zira sadece ticaretle açıklanamayacak kadar köklü bir ilişkiden söz ediyoruz. İkincisi, Suriye üzerindeki görüş ayrılığı, sözgelimi Ankara’nın Washington’la bire bir görüş birliği anlamına gelseydi, işte o zaman çok daha farklı bir tabloyla karşı karşıya kalabilirdik. Aksine, ABD yönetimi Beşar Esad’la ilgili huzursuz olsa da, Türkiye’nin desteklediği ‘İhvan iktidarı’na başından itibaren mesafeli oldu.
Üçüncüsünü yaklaşık dokuz ay önce şöyle dile getirmiştim: ‘Kısa bir süre önce Ankara-Moskova hattında, Ahmet Davutoğlu ve meslektaşı Sergei Lavrov arasında 30 başlıktan oluşan bir bildiri imzalandı. Ermenistan’la ilişkiler dışında, iki ülkenin kapsama alanına giren hemen her sorunda konuşabilir durumda olduğuna işaret eden, fakat şaşırtıcı biçimde Türkiye basınında hiç tartışılmayan bir metindi.’ (Star, 2 Şubat 2012)
Hala o metin medyamızın ve okur yazarlarımızın ilgisini çekmedi. Bunun nedeni çok açık aslında. İkide bir Türkiye’yi dünyadaki belli bir politikanın uzantısı, hatta tetikçisi sayanlar, elbette bu hatırlatmalardan hoşlanmıyorlar. Dahası, Suriye sorunu dahil, giderek genişleyen ilgi alanında Ankara, asla tek seçeneğe mahkum değil. Bunun Moskova da, Ankara da pekala farkında.
***
Anlaşmalar imzalanır, ticaret devam eder. Ama yürütülmesi gereken ilişkiler, bundan çok daha fazlasını gerektiriyor. Rusya ile doğalgaz trafiğimizin bizim açımızdan kırılganlığını bir kenarda tutarsak, nükleer santral gibi devasa konuların Moskova’nın iştahını kabarttığını da söyleyebiliriz.
Diğer yandan Arap Baharı parantezinde hızla tırmanan gerginlikler, genişleyen istikrarsız alanlar, bölgenin merkezinde yer alan Türkiye’yi doğrudan ilgilendiriyor. Dahası Şam-Bağdat-Tahran üçgeninde karşımıza çıkan muhalefet bloğunda Rusya’nın doğrudan nüfuzu var ve bunu elinde ciddi bir kart olarak tutuyor.
Putin gelirken, ticareti ve giderek büyüyen rakamları konuşacağız. Ama asıl önemlisi Ankara-Moskova hattında bugünkü tanımların çok ötesinde bir yakınlaşmanın ipuçlarını göreceğiz.
Bakalım Patriot’ların gölgesinde neler konuşulacak.