Neresinden bakılırsa bakılsın Türkiye’nin etrafı ciddi sorunlarla ve büyük fırsatlarla çevrilidir. Sorun ve fırsatların bir kısmı hayatın olağan akışından, bir kısmı da bizatihi Türkiye’nin tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Başını kuma gömüp Washington’dan işaret bekleyen veya Tahran-Kahire-Cidde yollarından hamle kollayan bir ülke olmayı reddeden bir ülke olmanın kaçınılmaz kriz ve fırsat haritasına bakıyoruz. Tercih etmek, “batağa saplanmak” değil, kriz bölgelerinde rol almaya talip olmaktır. Bir tercihiniz varsa, elbette beraberinde dirsek atarsınız da yersiniz de...
Sadece dışarıda değil içeride de kapağı kapanmamış kaynamakta olan çok tencere vardır. Kürt meselesi, yeni anayasa ve elbette paralel yapının sistemden kazınması meselesi. Ve irili-ufaklı birçok başka mesele...
Çözüm makinası büyük bir gürültüyle çalışıyor
Meselelerin en büyüğü ve zemini olan askeri vesayet geriletildi ve demokrasi için güvenli bir otoban inşa edildi. Ama hız yapabilmek için atılması gereken daha çok ağrılık, temizlenmesi gereken çok barikat bulunuyor. Sadece askeri vesayeti gerileten ve 12 Eylül’ü mahkum eden bir ülke değiliz. Beraberinde, darbe suçundan yargılanan askerlere; o darbenin muhatabı olan muhafazakar kitleler ve muhafazakar siyasal-bürokratik seçkinler eliyle yeniden yargılama yolunu açma olgunluğu gösteren bir ülkeyiz ki böyle bir ülke elbette kalan sorunlarını da çözecektir. Zira, çözüm makinası artık hareket geçmiştir, geri dönmeyecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimine işte bu zeminde gidiyoruz. Çözüm bekleyen devasa sorunlar ve bütün çözümler için harekete geçmiş bulunan dev bir makina. Yaşanan gerilim el atılan sorunlardan gelen dirençten, duyduğumuz gürültü de Kürt meselesi veya paralel ihanetin çözümü için yapılan mesaidendir.
Tablo böyle olunca, mesele çatı adaydan çıkıp daha büyük bir coğrafyaya yayılıyor. CHP-MHP adayının kim olduğu, nereden geldiği veya nereye gideceğinden çok ülkenin zihni önümüzdeki 10 yıla odaklanmıştır. CHP ve MHP veya ikisi birden, bu büyük sorunları çözmek şöyle dursun çözümünü arzu etmediklerini yeterince göstermişlerdi. Göstermek yetmemiş olacak ki ortak adaylarıyla bir kez daha ilan ettiler.
Başbakan’ın dünkü konuşması yeni dönemi tarif ediyor
Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimine bir çözüm umudu olarak bakmadığı, aksine bunu eski Türkiye’ye dönüş için cılız da olsa bir fırsat olarak gördüğü aşikardır.
Toplum da bunu görüyor... O yüzden meseleyi bir Çankaya fantezisi olarak değil, AK Parti kariyerinden mülhem ikinci on yılın planlaması olarak değerlendiriyor. Türkiye’nin zihni 10 Ağustos’a değil, 2023’e kadar uzanan uzun periyoddadır. Sokağın nazarında CHP-MHP adayının ne yapacağından ziyade, Erdoğan Köşk’e çıkarsa kimin başbakan olacağı sorusu daha büyük anlam taşımaktadır.
Mesela, yeni başbakanla Erdoğan arasındaki ilişki trafiğinin nasıl seyredeceği daha büyük bir merak uyandırıyor. En önemlisi de AK Parti’nin ikinci on yılı hangi felsefe ile sevk ve idare edeceği; kendisini var eden düşünceyi hangi istikamete yönelteceği sorusu cevap bekliyor. Kadrolar yenileneceğine göre; riskleri ve imkanlarıyla yenilenmenin neler getireceği Cumhurbaşkanlığı seçiminin önüne geçiyor. Bu açıdan Başbakan’ın dün İstanbul İl teşkilatında yaptığı konuşma hem başbakanlık koltuğuna oturacak profili hem de yeni dönem politikalarını tanımlama konusunda fazlasıyla açık işaretler veriyor. Meraklıların o konuşmayı dikkatlice okumalarında fayda var.
Türkiye gibi seçim tecrübesi yüksek bir ülkenin sandık magazini yapmak yerine devasa sorunlarla boğuşacak bir kadronun mimarisine odaklanması da doğaldır. İnsanlar sorunları için çözüm iradesi ve güve duyacakları bir gelecek perspektifi isterler. Koskoca bir ülkenin demokrasi ufkunu “Ne olursa olsun Erdoğan gitsin takıntısı”na indirgeyen bir siyasetle vakit kaybetmek değil elbette.
İsimden din hanesini kaldıran aday
CHP ve MHP’nin ortak adayının daha ilk dakikadan itibaren umutsuz kampanya girişimleriyle takdim ediliyor. Ancak, asıl umutsuz olan adayın kendisi gibi görünüyor. 70 yıllık hayatının bir anında bile yer almayan CHP’nin tabelası altına sığınmak bir yana, kendisini kamuya tanıtırken ismindeki din hanesini kaldırması ilginç bir lansmana adım atmakta olduğumuzu hissettiriyor. Ekmeleddin değil, Ekmel Bey...
Birkaç güne kalmaz, “Ekmel”in de “Kemal” kökünden geldiğini duyarız; Kemal deyince de kimin izinde olduğuna dair şüphe kalmaz... CHP’de kazan kaldıranlar biraz sabırlı olsun. Atatürk’ün koltuğuna aday olma meselesi haftayı bulmaz çözülür. Hiç olmazsa etimolojik açıdan.