İslam ve Demokrasi” üzerine kalem oynatan batılı meslektaşlarla, kendi ülkelerine benzer oryantalist yaklaşımlar sergileyen Müslüman coğrafya aydınlarının sergiledikleri üstten bakış beni rahatsız eder. “Sömürgecilik çağından” elde edilmiş küresel servetlerin üzerine inşa edilmiş“yeni-emperyalist” dönemin konforlu Batı demokrasileri ile Müslüman toplumların demokratikleşme süreçlerini karşılaştırmak ve bu karşılaştırmadan “İslam ile demokrasi bir arada yaşayamaz” gibi büyük bir coğrafyayı karanlığın içine -bilinçli- iteleyecek sonuçlar çıkarmak haksızlıktır.
Müslüman coğrafya, 20’nci yüzyıla -Türkiye hariç- sömürge olarak başladı ve bu topraklardaki insanlara zulüm siyasetinden başka hiçbir seçenek tanınmadı.
Batı’nın, “Arap Devrimi” olarak adlandırılan tarihsel gelişme, özellikle Mısır Darbesi öncesi ve sonrasında sergilediği tutum, demokrasi kavramını seçkin ulusların yaşam biçimi olarak gördüğünü “ötekilere” bunu önermediğini gösterdi. Artık, Batılı araştırmacılar(!) tarafından yazılmış“İslam ve Demokrasi” kitaplarını ciddiye almıyorum, tamamını emperyalizmin perdeleyicisi olarak değerlendiriyorum.
“Demokratik” İslam ittifakı...
Yaşanılan olaylar, Müslüman coğrafyanın kalbini oluşturan Arap Dünyası’nda demokrasinin gelişmesine üst akıl güçlerinin bugün de izin vermediğini gösteriyor. Bu nedenle, Arap Devrimi’nin çıkış noktasını da oluşturan Tunus’taki “uzlaşmacı demokrasi deneyimini” çok önemsiyorum. Aynı şekilde, birer “anayasal monarşi” olan Fas ve Ürdün’de demokratik güçlerin ağırlığının artmasını dikkatle takip ediyorum.
Bununla birlikte, “İslam ve Demokrasi” adına ciltler dolduran o kalemlerin bütün üstten bakışlarına rağmen, Endonezya, Pakistan, Bangladeş, Malaysiya ve -sıkı durun- Senegal’de giderek olgunlaşan demokratik sistemleri dikkatle takip ediyorum. Bu coğrafyalardaki Müslüman toplumlar, çok önemli bir işi başarıyor: Emperyalizmin Soğuk Savaş yıllarında ulusal ordularına verdiği “vesayet” sistemini deviriyor, bunu da “fakir demokrasisi” olarak adlandırılabilecek hayli zorlu bir ekonomik zeminde gerçekleştiriyorlar.
Müslüman coğrafyayı “seçmenlerine hesap veren” siyasetçiler olarak yöneten kadrolara, tarihin bu kırılma noktasında çok önemli bir görev düşüyor: Bu coğrafyada, demokratik kriterler zemininde yeni bir ittifakı yaratmak zorundalar.
Çünkü, Mısır Darbesi bir gerçeği ortaya koydu: Müslüman toplumların demokrasileri bugün de emperyalizmin ağır tehditi ve saldırısı altındadır.
7 Haziran seçim sonuçlarından sonra Türkiye’nin sergilediği mükemmel siyasal olgunluk ve kurumsallaşan demokrasi sahnesinden memnun kaldılar mı, hayır!
DEAŞ’ı bir tek Müslümanlar sonlandırır...
2004-2014 arasında ülkesindeki “radikal gruplara” karşı ABD ile birlikte savaşmış Afganistan eski Cumhurbaşkanı Karzai’nin son buluşmalarında Putin’e, “Ülkeme DEAŞ’ı bir yabancı güç yerleştiriyor, hedefi ise Orta Asya’dan başlayarak Rusya ve Çin’i istikrarsızlaştırmaktır” demesi gerçek bir alarmdır! Karzai, bizim Suriye-Irak’ta yaşadığımız senaryonun arkasında “bir büyük yabancı gücün” olduğunu ve yeni hedefleri bulunduğunu söylüyor.
Suriye sınırımızda yaşanılan son gelişmeler “küresel terörizmle mücadele” konusunda artık Amerikan yönetimine güvenemeyeceğimizin açık örneğidir.
O zaman, Müslüman coğrafyanın öncü demokrasi ülkesi olarak Türkiye’nin yalnız “siyasi” değil, “askeri” yeni ittifaklara da ihtiyacı vardır, bu ittifakın ana zemini, Müslüman toplumların demokrasileridir.
TSK tek başına girmemeli...
Tarif basit ve nettir: DAEŞ, Müslüman coğrafyanın içine emperyalizm tarafından yerleştirilmiş faşist bir yapılanmadır.
Bu tür bir yapılanma ile Amerikan uçaklarının attığı bombalar ve PYD’nin kara gücü olarak kullanılması ile mücadele, dünya kamuoyunu oyalamaktan ibarettir.
Belli ki, emperyalizm bu çetenin varlığının uzun sürmesini, Müslüman toplumların yalnız kan değil, demokrasiye dönük yüzlerini de kaybetmesini istiyor.
Buna, izin veremeyiz...
TSK’nın Suriye gibi bir vekalet savaşının belalı coğrafyasına tek başına girmesi hata olur, dönüş haritasını bulamayabiliriz. DEAŞ’ı kaynağında kurutma amaçlı bir operasyon yapılacaksa, bu, Türk, Endonezya, Pakistan, Malaysiya ve Tunus/Fas/Ürdün ordularının ortak karargahında gerçekleştirilebilecek “küresel müdahale” demektir. Bunu başarmak için herhangi bir Amerikalı generale ve onların hava kuvvetlerine de ihtiyacımız yok.
Çok uluslu ortak askeri harekatlarda olağanüstü birikime sahip TSK bunu başarır.
Müslüman halklar üzerinde oynanan ve barışla yüklü yüce dinimizi bir “vahşet senaryosuna” alet eden bu oyunu kökten bozmak istiyor musunuz?
Sözüme kulak verin.