Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi, neresinden bakarsanız bakın son dönemde müthiş bir duruş sergiliyor. Önce Suriye rejiminden gelen tebrik mesajını elinin tersiyle itmesi, ardından Kahire’nin derin güçleri karşısında gösterdiği tavır ve nihayet Bağlantısızlar Zirvesi’nde sözünü hiç eğip bükmeden Suriye ve İran yönetimlerine getirdiği ciddi eleştiriler.
Mısır, Üstad Said Nursi’nin ‘İslam’ın zeki evladı’ benzetmesini hatırlatan bir çıkış yakaladı. İnşallah devamı gelir. Daha önce de vurguladığımız gibi, Ortadoğu sahnesinde, hatta daha geniş anlamda İslam dünyasının önemli sorunlarında Kahire’nin ağırlığı giderek artacak.
Bizdeki Soğuk Savaş artıkları ‘Esad sana canımız feda’ tezgahlarıyla Türkiye’nin kolunu kanadını kırmaya çabalarken, gözlerini bir parça coğrafyada ne olup bittiğine çevirseler gerçeği/geleceği görecekler. Ama nafile.
Sözün kısası, adınızın illa da Baas olması gerekmiyor. 27 Mayıs darbesi, pek çok bakımdan tipik bir Baas ihtilaliydi. Onu gerçekleştiren ittifakın, kırık dökük de olsa hala canlı olması düşündürücü.
***
Mursi’nin İran’da ortaya koyduğu tavır iki boyutuyla önemli. Öncelikle İslam dünyasının üç merkez ülkesinden birisi, bir diğerine son derece önemli ve açık eleştiriler getiriyor. Bunun tüm bölgede ve aynı zamanda İran’da ciddi bir muhasebeye katkısı olacaktır, olmak zorunda.
İkincisi, son Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısının ortaya koyduğu manzara hayli çarpıcı. Çok açık ki, İslam dünyası kendi sorunlarını bizzat kendi aktörleriyle ele almak zorunda.
Yeri gelmişken, BM Güvenlik Konseyi’nde ortaya çıkan duyarsızlığa neredeyse zil takıp oynayanlar, neyin peşindeler acaba. Eğer Suriye’de yaşananlar sadece AK Parti’nin ya da hükümetin sorunu ise ve burada Türkiye aleyhine yaşanan/yaşanması muhtemel gelişmeler onları mutlu ediyorsa, zaten söylenecek söz yok. Yok eğer bir başka tezin ya da projenin uzantısı olarak bu tavrı gösteriyorlarsa, o zaman onlara kötü haber: Kaybedecekler.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun çok sert mesajlar içeren BM konuşması, bir yönüyle Türkiye’nin zor bir yolda yürüdüğünü ortaya koyuyor, doğru. Ama diğer yandan, hem Batı ittifakının, hem de Rusya-Çin-İran bloğunun bu konudaki iki yüzlülüğünü ve akan kandaki rolünü tüm açıklığı ile gözler önüne seriyor.
Türkiye’nin başta Irak ve Suriye olmak üzere, çok geniş bir alanda etkinlik kazanması ve bunun bazı dengeleri alt üst etme ihtimali, Kıta Avrupası’ndan çıbanbaşı ülkeye kadar pek çoğunu hayli telaşlandırmış görünüyor.
***
Sakince tekrar hatırlayalım. Ankara, Suriye konusunda ne söyledi. Çok açık aslında. Dostluk sürecinde, her vesileyle Şam rejimine kendisine çeki düzen vermesini tavsiye etti. Bu süreci ‘Boğaz’da samimi pozlar’ filan diye vulgarize etmek isteyenler, işin esasını bal gibi de biliyorlar.
Ardından Arap baharı ile başlayan dönemde Hüsnü Mübarek’e de, Beşar Esad’a da aynı tavsiyelerini sürdürdü. Herkesin, özellikle de küresel aktörlerin tavır sergilemekte zorlandığı başlıklarda bile, Türkiye kadar tavrı net olan başka bir aktör hala yok.
Buna rağmen bölgede gelinen aşamadan Türkiye’yi sorumlu tutmak, üstüne bir de medya-CHP ve bilimum karanlık odaklar eliyle ‘Yaşasın Esad’ kampanyası başlatmak cidden yakışıksız.
Ankara’daki karar vericilerin, bu gürültüye aldırış etmeden yola devam etmeleri gerekiyor. Ancak Mısır ve Muhammed Mursi başlığına tekrar dönersek, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Mısır’la çok daha yakın olması gerekiyor. Ankara-Kahire işbirliği, sorunların çözümünde çok kritik bir değere sahip ve neyse ki her iki tarafta da bunun kıymetini bilecek iktidarlar işbaşında.