Askere-polise saldırılar olmasaydı, hendekler açılıp yollar kapatılmasaydı, bir kalkışmışlık hali yaşanmasaydı ne olurdu?
Öncelikle toplumun çok önemli bir kısmı, özellikle de yaşadığı yerde her gün silah sesleri duyan insanlar rahat bir nefes alırlardı. Yollar yeniden yapılır, insanlar sokaklarda güvenle dolaşır, çocuklar rahatça okullarına gidebilirdi. Terör gerginliği olmayacağı için, güvenlik güçlerinin faaliyetleri de azalır, ortalıkta panzerler yerine tüp kamyonları, sebze meyve arabaları gezerdi.
Gençler hayatlarını kaybedeceklerine yaşarlar, siyasi ya da toplumsal mücadelelerini insan öldürerek değil insana değerek sürdürme olanağı bulabilirlerdi. Tüm kurum ve kuruluşlar, “ondan-bundan” ayırımına göre kadrolaşmaz, normal ülkelerde olduğu gibi insanlar yetenek ve becerilerine göre iş sahibi olabilirlerdi.
Hal böyle olsaydı, siyasetin de gerilimi düşerdi. Terör siyasetin merkezinden çıkınca, siyasi partiler “Kürt sorunu” konusunu insan hak ve özgürlükleri, adalet ve eşitlik, kalkınma ve büyüme başlıkları içinden yeniden ele alma imkanı bulabilirlerdi.
Terör olmasaydı, demokratik yeni bir anayasa yapmak; devleti, yeniden düzenlemek mümkün olabilirdi.
Bölgesel ilişkiler farklı olurdu
Terör sorunu olmasaydı, Türkiye’nin dış ilişkileri de yeniden şekillenebilirdi. Örneğin DAEŞ’le mücadele çok daha etkin olurdu; bu da Rusya’nın Esad rejimine bu denli destek vermesine, bölgeye doğrudan müdahale etmesine imkan veren koşullara ket vurabilirdi.
Türkiye, bölgedeki tüm Kürtlerle çok yakın ilişkiler geliştirebilir, Türkmenler ya da başka gruplarla ittifak kurarak DAEŞ ile Esad arasına sıkışmış halkların kendilerine alan açmaları sağlanabilirdi.
Terör olmasaydı, Türkiye sınırına duvar örmek yerine sınırda güvenli bölge inşa edebilir; otoriter yönetimler altında yaşayan tüm halklar için referans kaynağı haline gelebilirdi. Bu durumda Esad’ın zaaflarından yararlanan İran’ın bölgede bu denli gücünü artırması, halkları ve hatta devletleri birbirine düşürecek işler başarması mümkün olmazdı.
İran etkisini bu kadar genişletmeseydi, Suudi destekli örgütler, yabancı istihbarat kuruluşları bölgeye yerleşmez, her birinin bir yana çekiştirdiği halklar da canlarını kurtarmak için Ege’nin serin sularına açılmak zorunda kalmazlardı.
Türkiye’nin terör sorunu olmasaydı, DAEŞ bu denli güçlenemez, Doğu Akdeniz silah deposuna dönmez, devletler de silahlarıyla karşı karşıya gelmezlerdi.
Küresel ilişkiler farklı olurdu
Türkiye terörle mücadele etmek zorunda kalmasaydı, ABD ile ilişkileri “güvenlik” kaygıları değil, ekonomik kaygılar üzerinden ele alınabilirdi. Avrupa-ABD serbest ticaret anlaşmasına Türkiye’nin de dahil edilmesi konusu tartışabilirdi. Suriye’nin geleceğini ele alan toplantılara çağrılmayan gruplar olmazdı; ikili ilişkilerdeki “öncelik” tartışmalarının yerini, istikrar tartışmaları alabilirdi.
Terör sorunu olmasaydı, Türkiye’nin AB ilişkileri de çok daha önce normalleşebilir, başlık açılma konuları Suriyeli göçmenler üzerinden değil insan hak ve özgürlükleri konusunda yaşanan gelişmeler üzerinden ele alınabilirdi.
Tüm bunlar olur muydu, bilinmez. Ancak terör ve kalkışma hareketlerinin sonuç itibarıyla ne bunları yapanlara ne de hedefindekilere bir yarar getirmediği açık. Soru, bu durumdan kimin fazlasıyla yarar sağladığı?
Türkiye zarara uğratıldıkça, bundan Türkiye, Irak ve Suriye’de yaşayan mağdur halkların kazançlı çıktığını söylemek zor; ancak Esad rejiminin, İran’ın ve özellikle de Rusya’nın durumdan epeyce memnun olduklarını söylemek mümkün.