Yargı, daha somuta inelim, yargıçlar bir hukuk devletinin kalbidirler.
Devlet dediğimiz yapı yasama, yürütme ve yargıdan ibarettir.
Yasama ve yargı erkleri hata yapabilirler.
Hataları da ikiye ayırmamız gerek.
Takdir hataları, kural hataları.
Yasama ve yürütme takdir hatası yaparlarsa bu hatanın cezalandırıldığı yer sandıktır.
Kural hatalarına ise sandıklar bakmazlar.
Yasamanın kural hatalarına Anayasa Mahkemesi bakar.
Yürütmenin kural hatalarıyla ise Danıştay ilgilenir.
Yasama kural hatası yapmaz diye bir vahim hataya da bizim düşmememiz gerekir; yasamayı hukukun genel ilkeleri ve sonra da Anayasa sınırlar, yasama da hukuki hatadan münezzeh değildir.
Demokrasi ve hukuk devletinin etkin işlemesi yasama ve yürütmenin takdir hatalarının sandıkta, kural hatalarının da Anayasa Mahkemesi’nde, Danıştay’da düzeltilmesine bağlıdır.
Türkiye’de sandık 1950’den günümüze yasama ve yürütmenin takdir hatalarını gerektiği gibi düzeltebilmiştir kanısındayım; 1950’den günümüze her seçim sonucu sağlıklı bir toplumsal karar alma sürecinin sonucudur.
Ancak ve maalesef yargı için yani yasama ve yürütmenin kural hatalarını düzeltmesi gereken yargı erki için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Yargı erki bizim memlekette yasamanın ve yürütmenin hatalarını düzeltirken (!) maalesef cetvel olarak hukukun genel ve evrensel ilkelerini değil, büyük ölçüde bizdeki bir yerel ideolojiyi kullanmıştır ve böylece sistemin, demokrasi ve hukuk devletinin oturmasında büyük engel oluşturmuştur.
Tekraren ifade ediyorum, yargı diye de soyut bir erk düşünmeyin, hukuk fakültesi mezunu hakimlerden, savcılardan bahsediyoruz.
Bu hakimlerin kararlarıyla Türkiye çok daha demokratik bir ülke olabilecek iken maalesef bu süreç gerektiği gibi yürümemiştir.
Mesleki bir ilke ve hatta anayasal bir gerek olarak hakimler vicdanlarına göre de karar verebilecek iken etraf “verdiğim karar vicdanıma pek uymadı” diyen hakimlerle (?) doludur.
Bu hakim arkadaşlara önerimiz emeklilikleri gelmiş ise kahvede pişpirik oynamaları, emeklilikleri gelmemiş ise de başka bir göreve talep olmalarıdır.
Bunları neden yazıyorum?
Basında, Anayasa Komisyonu’na, yanılmıyor isem AK Parti’li üyelerden intikal eden bir basın hürriyeti madde taslağı dolaşmaktadır.
Madde taslağı aynen aşağıdaki gibidir:
“Basın hürriyeti milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel ahlakın, başkalarının haklarının, özel veya aile hayatının korunması, suçların önlenmesi, yargının bağımsızlık ve tarafsızlığının sağlanması, savaş kışkırtıcılığının, her türlü ayrımcılık, düşmanlık veya kin ve nefret savunuculuğunun engellenmesi amaçlarıyla sınırlanabilir”...
Bu madde taslağı/önerisi muhalefet sözcülerinin büyük eleştirisine konu olmuştur.
Oysa, madde taslağında/önerisinde kullanılan ifadeler uluslararası metinlerden alınmış, standart ifadelerdir.
Bu madde taslağı anayasalaşır ise, özgürlükçü hakimler elinde Türkiye abad olurken, devletçi, milliyetçi hakimlerin elinde aynı Türkiye rezil de olabilir.
“Kötü kanun yoktur, kötü yargıç vardır” sözü büyük ölçüde doğru bir ifadedir.
AİHM’in 1976 tarihli muhteşem Handyside kararını aynen anayasaya aktarma fikri de can simidi değildir, bu kararın 2004 senesinden yani Anayasa’nın 90. maddesine son paragrafın eklenmesinden beri yasalarımızın üzerinde hukuki değeri vardır ama kötü, berbat, devletçi, ulusalcı/ırkçı yargıçlar bu kararı, bırakın bu kararı, anayasa suçu işleme pahasına Anayasa’nın 90. Maddesi son paragrafını görmezden gelmektedirler.
Örnek isterseniz, bakınız Yargıtay Hrant Dink kararı.
Türkiye’de en önemli sorunların başında yargıç sorunu gelmektedir.
Çözüme de muhtemelen HSYK’dan değil, hukuk fakültelerinden başlamak gerekmektedir. twitter.com/KarakasEser