Ankara’da gerçekleşen Türkiye tarihinin en büyük terör saldırısı, bütün ülkeyi bir taziye evine çevirmiş durumda. Taziye evindeki adap, erkan ve sükûnetin bir benzerine bütün toplumsal kesimlerin riayet etmesi gerekiyor. Hele yıllardır terörle imtihan yaşayan, meseleleri hızla kanlı süreçlere dönüşmüş bir ülkede ‘en fazla öğrenilmiş olanın taziye adabı olması gerektiği’ aşikârdır. Türkiye’nin cenazesini kaldırmayı beceremeyen bir toplum olması düşünülemez.
Her cenazede çığırtkanlık yapanlar, daha bulutlar dağılmadan nedenlere odaklananlar, kontrolsüz tepkiler verenler veya aşırıya gidenler olabilir. Bunların birçoğunu anlayışla karşılamakla beraber; bu tavırları, farklı önderlikler pozisyonunda oturan insanların göstermesi hiçbir şekilde kabul edilemez. Zira bu pozisyonlardaki isimlerin bu nevi tavırları göstermesi taziyenin ağırlığına ya da acının şiddetine yorulmaz.
Cumartesi günü yaşanan vahşetin çok boyutlu dinamikleri olduğu kadar, ilkel bir katliam olduğunu da görmek gerekiyor. Kayıplarımızın geçmiş katliamlara göre büyük olması terörün sofistikasyonunu değil, ilkelliğini artıran bir unsurdur. İlkel tedhiş eylemleriyle, kan akıtmakla Türkiye’de konjonktürel etkilerin ötesinde bir netice doğurmadığının anlaşılması gerekiyor. Özellikle geçtiğimiz on yıl, bu basit ve acı hakikati anlat(ama)makla geçti. Zira Türkiye’de yeterince kan döküldü. Artık kandan beslenen, kana yaslanan hiçbir yaklaşımın Türkiye’ye söyleyeceği bir sözü de bulunmuyor, etkisi de. Geldiğimiz aşamada akan kana dair tercih yapma sefaletine düşenlerin olması bu durumu değiştirmiyor. Çünkü ilan etmeseler de, bu tavırlarıyla söyledikleri şu sefil cümleden başkası değil: Benim terörüm iyi, diğeri kötü!
Normalleşme baskısı ağırlaştıkça, eli kanlı odakların kontrolsüzlüğü de artıyor. Açık bir şekilde terörizme bahane bulmaksızın mesafe koyamamanın maliyeti ağırlaşıyor. Görünen o ki, sadece elinde silah ve bomba olanlara dair çözüm stratejileri geliştirmek de tek başına yeterli değil. Aynı anda teröre silahıyla veya duruşuyla bulaşan herkesin normalleşmesini sağlayacak bir yol haritasına ihtiyaç var. Aynı şekilde ve bundan daha önemlisi, paydaşların büyük bir kısmı bu yaklaşıma samimi destek vermediği sürece, yüzlerce sivilin ortasında bomba patlatan aklı yok etmek mümkün olmayacak. Failin kim olduğundan bağımsız bir şekilde, Güngören’de onlarca sivili katleden PKK da, Suruç’ta insanların ortasında bomba patlatan DAİŞ de aynı makasta muhatap alınmadığı sürece, mesafe kaydetmenin imkânı bulunmuyor.
Türkiye, 2003’ten bu yana kara ve deniz sınır komşusu olan yedi ülkede iç savaş, işgal ve darbe yaşanan bir bölgede istikrarını sürdürmeyi, refahını korumayı başaran bir ülke. Bu ülkelerdeki çatışmalarda ölen insan sayısı bir milyonun üzerinde ve kaotik durumları farklı ölçeklerde devam ediyor. Benzer şekilde, asra yaklaşan vesayet rejiminin çözülmesi ile siyasal ve toplumsal merkezin oldukça sert bir şekilde dönüşme sürecini de ülke içerisinde tecrübe ediyoruz. Her iki düzen bozucu unsur aynı anda kaosun yükselmesini sağlarken, yeni düzen arayışlarının da derinleşmesini sağlıyor. Terörizm hem kaosu derinleştirme hem de yeni düzenin kurulmaması ya da mümkün olduğunca gecikmesi için harekete geçirilen en ucuz yöntemlerin başında geliyor.
Kurumsal altyapısı zayıf olan ülkelerde çok daha etkili olan terörizmin Türkiye’de çok fazla bir şansı bulunmuyor. Gerek yıllardır denenen ve artık anlamını yitirmiş bir tedhiş yöntemi olması, gerekse de Türkiye’nin 2002 sonrası ön alarak demokratikleşmesini radikal kabul edilebilecek düzeyde hızlandırmış olması, Ankara’da yaşanan vahşeti gerçekleştirenlerin akıttıkları kanda boğulması için fırsat sunuyor. Bunun ön şartı ise Türkiye’nin bir taziyesi olduğunun, Türkiye’nin taziye evine dönüştüğünün ve gereken adabın sergilenmesi gerektiğinin bilinmesi olmalıdır.