Bir önceki yazıyı "Seçimin ana belirleyicisi neydi?" sorusuyla bitirmiştik.
Sandık sonuçlarını anlayabilmemiz bunun doğru tespitine bağlı. Zira bu, Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek temel dayanak noktası. Muhalefet neyi yanlış yaptı, iktidar neyi doğru yaptı sorusunun cevabı da burada.
Siyaset sahnesindeki her aktörün mutlaka dikkate alması gereken bir nokta.
Düz bir şekilde "milliyetçilik" deyip geçenler var. Kemal Kılıçdaroğlu da bu tespiti dikkate almış ki, düne kadar HDP'ye özerklik sözü verirken bugün Sinan Oğan'a giden oylara müşteri çıkmış durumda.
Milliyetçiliği olumsuz referanslarla anan birisi değilim. Ancak "yükselen milliyetçiliğin" beraberinde hiç de hoş olmayan ve zaman zaman siyaseti kapayan yan etkileri olduğu malum. "Milliyetçilik yükseldi" dediğimizde örneğin Avrupa'da şahit olduğumuz yabancı düşmanlığı, ırkçılık, İslam düşmanlığı gibi bir şeyi mi kastediyoruz.
Tam da öyle bir şey değil.
Türkiye'de yükselen ayrıştırıcı, dışlayıcı bir milliyetçilik değil. Bu ayrımı doğru yapmamız gerekiyor.
Yükselen vatanseverliktir.
Vatanı müdafaa bilincidir.
Vatan topraklarında ameliyat yapılmasına müsaade etmeme kararlılığıdır.
Türkiye'nin namını duyuran, Türkiye markasını büyüten yatırımlara sahip çıkma kararlılığıdır.
Milliyetçiliği göçmen karşıtlığı olarak anlayanların yanıldıkları nokta burası.
Kemal Kılıçdaroğlu "Seçimin ana belirleyicisi milliyetçilik oldu" tespitini de yanlış anladığından 14 Mayıs'tan sonra göçmen karşıtlığına bel bağladı ve Avrupa'daki ırkçı partilerin ağzıyla konuşmaya başladı. PKK'ya özerklik, terörle ilişkili isimlere özgürlük sözü veren bir milliyetçi!
Göçmen karşıtlığı özellikle küçük partiler için elverişli bir manevra alanı olarak değerlendiriliyor. CHP ve İyi Parti başlattı, Zafer Partisi'nin suyunu çıkardı, Muharrem İnce, Sinan Oğan gibi siyasi aktörler bolca üzerinde tepindi göçmenlerin. Bir ara kapalı kapılar ardında Suriyelilerle görüşmeler yapıp sonra "Vatandaş olan göçmen sayısı o kadar da değilmiş" diyen Kemal Kılıçdaroğlu ikinci tur hesaplarını göçmen karşıtlığı üzerine yapıyor.
Sığınmacılarla ilgili kasıtlı olarak ortalığa yayılan yalanların alıcısı da oldu. "Suriyelilere bedava ev veriliyor, hastanede ayrıcalıklılar, okullara sınavsız alınıyorlar" gibi yalanlarla kışkırtılan bir siyaset iklimi oluştu. Yani göçmen karşıtlığı hiç çalışmadı dersek yalan olur. Ancak Türkiye'de milliyetçilik hiçbir zaman göçmen karşıtlığından beslenmedi.
Seçim sonuçlarını belirleyen asıl etmen ülkesini arkası karanlık aktörlerin bilmediğimiz hesaplarına terk etmemek şuuru oldu. Yükselen bir milliyetçilik varsa buralardan tahlile başlamak gerekir.
Göçmen faktörü seçime etki etmiş olsa da yükselen milliyetçiliğe asıl etki eden, Türkiye'nin yükselen güç olmasından duyulan gurur ve bu yürüyüşün durdurulması endişesidir.
PKK ve FETÖ'nün muhalefet üzerine düşen gölgesi insanları tedirgin etti.
Muhalefet bloğunun yaslandığı kimlik siyaseti ve "Anti-Erdoğanizmin" bir siyaset olmadığı anlaşıldı. Siyasi partileri bir araya getirebilen ama bir arada tutamayacak bir ajanda.
Dolayısıyla yeni sistemin yarattığı ittifak imkanının kötüye kullanımının sınırları da görülmüş oldu.
"Tecrübeli vatandaş", hani hep deriz ya, ince bir ayar yaptı. Dozunda bir milliyetçi refleks ile millet, bayrak, devlet, vatan üzerinde ameliyat yaptırmayacağını bir kez de sandık aracılığıyla söyledi.
Seçimin sonucunu Erdoğan'a güven belirledi.
Seçimin sonucunu Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmama kararlılığı belirledi.
Seçimin sonucunu Türkiye üzerinde ameliyat yaptırmama kararlılığı belirledi.
Seçimin sonucunu içeriye değil ama dışarıya dönük milliyetçi bir duruş belirledi.
Seçimin sonucunu büyük yatırımların Türkiye'nin ekonomik, siyasi ve askeri gücüne olan katma değeri belirledi.
Seçimin sonucunu Türkün on yıllardır mahrum bırakıldığı özgüven ihtiyacı belirledi.
Seçimin sonucunu milliyetçi muhafazakar kesimin ülkesi ve milletiyle ilgili sağduyulu tavrı belirledi.
Peki muhalefet masası için seçim nasıl sonuçlandı?
Bu da bir sonraki yazıda....