Kendimizi ‘eziksemek’ milli hasletimiz diyeceğim neredeyse, yeni bir eziksemeye imza atmış olma kaygısı taşımasam. Kendimizle dalga geçebilmemizden bahsetmiyorum. Milletleri tarif ederken sıralayabileceğimiz bir özellikse bu, bence kendimize yakıştırmaktan imtina etmeyelim. Bir özgüven ve kendiyle barışıklık halinin tezahürü çünkü. Yok, o değil sözünü ettiğim şey.
En çok dış politika konuşurken kendini belli ediyor bu ezikseme sendromu. Bir zamanlar “eksen kayması” sözüyle açığa çıkıyordu. Türkiye yüzünü doğuya çevirse, misal yakın komşularıyla hemhal olmaya kalksa “Cumhuriyetin kurucu değerleri”ne kadar gidilir, Türkiye’yi ekseninden çıkartmaya çalışan kadrolar, bu kurucu değerlerin sözde temsilcilerinin hışmına uğrardı.
Sanırsın ülkeyi İngilizler kurmuş sonra da bize emanet vermiş! Sahibi biz değiliz, sadece kullanım hakkı bizde. Haliyle o da bir prospektüse bağlanmış. Öyle kendi aklınla dış politika üretemezsin. Kiminle komşuluk edeceğin dahi belli. Kafana göre ticaret, nükleer santral yapamazsın. Hani neredeyse durum buydu, diyeceğim!
***
Eksen ülke, çift kutuplu dünyada ABD’ydi. Ekseni kaydırdığı düşünülenin sonu ise en iyi ihtimalle şapkasını alıp gitmekti. Daha sonraları buna Avrupa Birliği de eklendi. On yıllarca kapısında kul olduğumuz Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz Türkiye’nin post-darbe döneminde terbiye edilme aracına dönüştürüldü. Öyle Avrupa Parlamentosu siyasetçileri gördük ki CHP’de ya da HDP’de siyaset yapsa yadırgamazsın.
Hadsiz, cüretkar, bir o kadar da militan. Onlar karşısında bile eziksedik kendimizi.
Avrupa ülkelerinde, ciddiye alınır adamlar ulusal politikalarla ilgilenirken bizim emlak zengini yumruk havada solcularımız ayarında olanları AB’ye göndermişler. Sonra onlar da PKK’nın medya organlarından, HDP’nin açıklamalarından, PKK’ya müzahir derneklerin raporlarından bulup buluşturduklarıyla bir rapor yazmışlar.
Biz de sabah akşam o raporu konuşuyoruz. Eleştirirken bile hala kendimizi eziksiyoruz.
Avrupa’nın sol partileri bile ülkelerinde değil, sanırsın Türkiye’de siyaset yapmak için kurulmuş. Diyarbakır’dan çıkmıyorlar.
Bizdeki solcuların ‘yerli’ versiyonları ise çoktan rahmetli oldu. Geriye “yarım porsiyon aydınlar” kaldı. Türkiye’yi değil ama işte onları Avrupa Birliği’ne alsalar hem şu üzerimize yapışan aşağılık kompleksi ve kendini ezikseme hastalığından hem de bu “yarım porsiyonların” yol açtığı fenalıklardan bir nebze olsun kurtuluruz.
İktidara yakın medya neden Bahçeli’yi tutuyor?
Devlet Bahçeli’ye karşı yürütülen muhalefete “bir kısım medyanın” desteği büyük. Hafta başı hemen Bahçeli’ye muhalif adaylar AK Parti’ye de muhalif gazetelerin sayfalarında ağırlanıyordu. Akşam yine TV kanallarında Bahçeli’nin muhalifleri röportajdaydı. “Ne var bunda” diyebilirsiniz. Bu normal de iktidara yakın medyada Bahçeli’nin tezlerine yakın yazılar çıkması neden tuhaf peki? 17-25 Aralık’tan beri iktidar partisinin tek başına bırakıldığı Paralel Yapı ile mücadelede devreye yeni bir siyasi aktör giriyor. İktidara yakın medyanın bunu önemsememesi düşünülebilir mi? Bahçeli’nin 17-25 Aralık’tan sonraki süreçte sırf AK Parti’ye vurmak için tıpkı CHP ve HDP gibi Paralel Yapı’ya yakın bir tavır sergileyen Bahçeli, sonunda tehlikenin farkına varmış. Evet tehlike kendi kapısını çaldığında ama olsun, bu da bir şey. Fakat “Bahçeli’ye destek atanlar, zarar veren asıl onlar” diyerek Bahçeli’yi iyice yalnızlaştırmanın sofistike yolunu bulduğunu düşünenler var. Mesele Bahçeli’yi muhaliflere yedirtmemek değil. Onu kendisi başaracak, başarabilirse. Önemli olan Paralel Yapı ile ilgili söyledikleri. Bugün onun söylediklerini yarın Kılıçdaroğlu söylerse ona da destek çıkan olur.