98. Yıldönümü” başlıklı ve 24 Nisan târihli yazımda, 1915 Felâketi’ne değinirken önce üçer dörder satırla heriki tarafın görüş ve tezini özetlemişdim. Orada (Türklere göre) Ermeniler iki milyon kadar Türk ve Kürdü öldürmüşdür ifâdesi de yer alıyordu.
Bunun üzerine Ahmet Merâl adlı lise öğretmeni bir okuyucum şu mesajı gönderdi:
“Ermenilerin iki milyon Kürdü katletmesini gerçekden inanarak mı yazdınız? Hangi kaynağa göre? Yazık...”
Ben tam lâhavle çekerken Burhânettin Boyalı adlı okuyucumdan da şöyle bir mesaj gelerek rahat bir nefes almamı sağladı:
“Zor Yağmur Bey’in işi, zor! “Alıntıyı” yazarın makalesi olarak okursanız bu işler bir 98 yıl daha sürer.”
Doğru söze ne denir?
Benim muhtelif vesîlelerle hep değindiğim bir husus vardır:
Eğer müfredat programlarına esaslı bir “metin anlama” dersi koymazsak, öğrenci başına üçer öğretmen bile getirsek emekler boşa gitmeye mahkûmdur.
12 yıllık lise eğitiminden sonra ancak 350/400 kelimelik bir kelime dağarcığına sâhib olan ve daha Türkçe’de hangi de’ler ile hangi ki’lerin bitişik hangilerinin ayrı yazılacağını bilmeyen “Türk İstikbâlinin Evlâdları” ile nereye kadar?
Okullarımızda başından sonuna kadar sâdece bu saydığım altı ders, hadi bilemediniz bir de coğrafya öğretilse, ama adam gibi öğretilse, okuduğunu anlamakda zorluk çekenler devri de mâzîde kalır. Benim bu konuda bir de uzunca yazım var: “Bir meslek olarak lafanlamamak” (12 Ocak 2009, “Star”)
Asıl konumuz olan Ermeni Meselesi’ne gelince, “Star” Âilesi’ne katıldığım 2008’den bu yana bu probleme dâir, üşenmeyip saydım, tam 13 yazı yazmışım. Bu ondördüncüsü oluyor. Hepsinde nâçizâne çözüm önerileri var. Ama bunlardan bâzıları, meselâ “BenErmeniyim” (28 Şubat 2012) okuyucularımdan bâzılarının öfkesini mûcib oldu.
Maalesef metinleri düz okumadan fazlasını beceremiyorlardı. Becerebilselerdi etnik bir Türk olarak dünyâya gelmiş bir insanın etnik bir Ermeniye dönüşemeyeceğini hesâba katarak bu metni “tel’in” yerine “telezzüz” edebilirlerdi.
Oysa bağırıp çağırdılar, tansiyonları yükseldi, ömürleri kısaldı.
Ben yedi sekiz senedir şunu anlatmaya uğraşıyorum:
Biz Türkler başından beri konuyu bir bakkal hesâbı seviyesine indirdik.
“Biz şu kadar Ermeniyi Sûriye Çölü’ndeki sayfiye konutlarına naklederken aralarından bâzılarınınbaşına rafdan sünger düşerek beyin kanaması geçirip vefât etmiş olabilirler.
Gerçi bu da kesin değil ama bir ihtimâl. Bu kadar geniş çaplı bir transportasyon işleminde bir iki müessif kazâ oabiliyoy maattessüf.
Ama sizler bilmemkaç milyon Türk ve Kürdü kesdiniz, Alçaklar!”
Uzun süre ben de bu savunma taktiğinin bir uygulayıcısı oldum. Almanya’da bu konuya dâir en az on tv, radyo ve basılı mas-medya belgeselim, yorumum, polemiğim vardır.
Hattâ bir tv tartışmasında beni Ermenilerle aynı masada gören ve tek kelime Almanca bilmeyen “Tercüman” Almanya Muhâbiri arkadaş müdhiş haberini patlatmış ve Yağmur Atsız’ın Ermenilerle bir olarak vatana ihânet suçu işlediğini ileri sürmüş ve o sıralar “Tercüman”ın Yıldız Yazarı olan Rauf’u da dehşetli kızdırmışdı. Neyse...
Ancak bir noktadan sonra bu metodun faydasızlığına kanaat getirdim.
Tencere dibin kara; seninki benden kara!
Bence bu saatden sonra yapılabilecek en mâkûl şey, tarafların, ama sâdece Türklerle Ermenilerin değil, bütün müdâhil tarafların, yâni Rusların, Fransızların, Almanların ve İngilizlerin bir araya gelerek polemiksiz ve mümkin olabilecek en objektif koşullar altında bu soruya bir cevab aramalarıdır.
Uzmanların kesin bir sonuca varmadan dağılmamaları şartı da önemlidir.
Konferans yeri bir İsviçre şehri olabilir.
Türkiye peşînen, eğer suçlu çıkarılırsa tarziye verip tamînât ödeyeceğini de îlân edebilir. Kürd Sorunu’ndan sonra ayak bileklerindeki bu prangayı da atan bir Türkiye’yi artık kimse tutamaz!
Ve ben Türkiye’nin bunu başarabileceğine inanıyorum.