Doğrusu 7 Haziran sonrasında yapılan bazı açıklamalara bakınca, acaba seçim başka bir ülkede mi yapıldı diye sormadan edemiyorum. Seçmen, siyasi aktörlerin tamamına ülkenin geleceği konusunda son derece net ve açık mesajlar verdi.
İşin doğrusu, bu mesajların önemli bir bölümü de Türkiye’nin yakın çevresinde olup bitenle ilgili. Kim neyi nasıl anladı ve nasıl hareket edecek; bir başka ifadeyle kendisini nasıl gözden geçirecek? Bu soruların cevabı için fazla zaman kalmadığını düşünüyorum.
Türkiye’nin etrafı, neredeyse son yüzyılda olmadığı kadar hareketli. Muazzam bir yeniden şekillendirme çabası var ve bunların tamamı bizi doğrudan ilgilendiriyor. Çok genel bir tanımlamayla, Kürtlerin, Arapların ve Türkmenlerin yaşadığı alanda gerçekleşen ve ağırlıklı olarak sınırlarımıza dayanmış olan bu hareketlilik; bir yandan dış politikadaki tercihlerimizi, aynı zamanda da kendi içimizdeki Kürt sorununu hızla ve kontrolsüz biçimde farklı bir aşamaya doğru itiyor.
Gelinen aşamada, bazı gelişmeleri büyük resimden bağımsız olarak ele alıp, yeni çatışma alanları üretmek; hele bir de bunu seçim sonuçlarını üzerinden daha da ileriye götürüp geçmişin yanlışlarına yelken açmak çok ama çok tehlikeli bir gidişat olabilir. Etrafımızda yaşanan ve farklı örgüt isimleri altında olsa da Kürtler ve Araplar, kısmen de Türkmenler arasında geçen çatışmalar, sadece bir güvenlik sorunu olarak görülemez. Geçmişte bu tür yaklaşımların bedelini, tehdidi daha da büyüterek ödedik.
Bu tür gelişmeleri güvenlik boyutunu öne çıkararak ele almak, esasen yapmanız gereken tercihleri ertelemenin kılıfıdır. Oysa cevaplamamız gereken basit bir soru var. Türkiye’nin yakın coğrafyasında öncelikli müttefiki kim? Hiç sağa sola evirip çevirmeden bu sorunun cevabını vermek zorundayız.
Kuşkusuz bu sorunun cevabı, ağırlıklı olarak Suriye politikamızı, onunla birlikte Irak politikasını yeniden ele almamızı gerektiriyor. Irak Kürtleriyle yakın olma konusundaki tüm dayanağımız, onların PKK’ya karşı tavırları veya sosyolojik anlamda farkları ise bu da son derece eksik ve yetersiz bir değerlendirme. Köprünün altından çok su aktı ve hiçbir şey eskisi gibi değil.
Kaçırdığımız bir gerçek var. Türkiye’nin içinde ve yakın çevresindeki Kürt siyasi hareketleri, çok uzun zamandır birbirlerinin aleyhine hareket etmiyorlar, çatışmıyorlar. Dahası ortak bir siyasi tecrübe üzerinden hareket etmenin sinyallerini veriyorlar. Seçimler sonrasında Mesut Barzani’nin yaptığı değerlendirmeyi bu gözle bir kez daha okumalıyız.
Türkiye, eğer 2023 ve benzeri iddialı çıkışlar arıyorsa, öncelikle güvenlik merkezli bakış açısının kıskacından sıyrılmalı; oyun teorisini başkalarının kendi içindeki çatışmaları üzerine kurmak yerine, onları kuşatacak bir yaklaşım sergilemeli. Artık vazgeçelim. Mesela KDP ve PKK eskisi gibi birbirlerinin rakibi değil, aksine siyasi tecrübelerini yakınlaştırma çabası içindeler. Her iki yapılanmanın da yeni kuşakları buna daha uygun bir yaklaşım içinde.
Tam bu konuya değinmişken, günlerdir kimsenin dokunmadığı soruya bir parantez açalım. Acaba PKK ve KDP arasındaki bu sosyolojik yakınlaşma, bize dindar muhafazakar Kürtlerin niçin HDP’ye oy verdiğini açıklayacak bir ipucu verebilir mi? Bunları daha ne kadar görmeyeceğiz?
Benim açımdan öncelikli müttefik sorusunun cevabı belli: Kürtler. Üstelik bu cevabı zaman geçmeden verebilirsek, Türkmenlerin de lehine olacak bir süreci başlatabiliriz. Sünni Araplar üzerinden oluşturmaya çalıştığımız kurgunun, gerek tarih, gerek bugünün sosyolojisi ve gerekse de yönetebilme zorluğu açısından bizi çok sıkıntıya düşürdüğü artık ortada. Bunu da gözden geçirme vaktidir.
Bakalım kim bu konuda hangi adımları atacak, kısa zamanda göreceğiz.