Son yıllarda estirilen “nefret fırtınası” ve “Erdoğan karşıtlığı narkozu”, toplumda samimiyetsizliği, yalanı, hakareti normalleştirirken, millî hassasiyeti önemsizleştirdi.
Aslında hedef Erdoğan’ın şahsı değil, savunduğu değerlerdir.
Aynen Cennetmekan Abdülhamid Han dönemindeki gibi içerideki “kullanışlı kızgınlar” dışarıdaki emperyalistlerin amacına hizmet etmektedir.
***
2013’te 27 Mayıs’ın yıldönümünde, “Gezi Parkı’ndaki ağaçlar için” başlayan eylemleri sonlandırmayı, “Köprü, havalimanı yapmayacaksınız, terörle mücadele etmeyeceksiniz” gibi şartlara bağlıyorlardı.
Ortaya çıkan ayrıntılar, “Gezi” kalkışmasının sıradan bir çevre tepkisi olmadığını, daha önce “Gül, Lale ve Sedir” gibi isimlerle, farklı ülkelerde darbe yapan Gene Sharp’ın “Silahsız Darbe Yöntemleri”nin aynen uygulandığını gösteriyordu.
Eş zamanlı olarak, Mısır’da halkın yoğun desteğiyle iktidara gelen Mursi’nin gitmesi için Tahrir Meydanı’nda yapılanlarla, Taksim Meydanı’nda olanlar birebir örtüşüyordu.
Erdoğan, “Zulüm 1453’te başladı” diyen Haçlı maşalarına gereken cevabı verdi ama halkın desteğine güvenerek darbecilere haddini bildirmekte geciken Mursi, “Menfaatlerimize hizmet etmeyeni indiririz” anlamına gelen bir darbe ile göstere göstere devrilmişti.
Sadece Türkiye kaldı
Bugünkü bölge fotoğrafı bize bir şeyler söylüyordu:
11 Eylül 2001’de New York’ta üretilen sun’i gerekçe ile 2003’ten itibaren Afganistan ve Irak’tan başlayan işgal harekâtlarıyla, Suudi Arabistan, BAE gibi “eyalet valileri” dışında kalan, Batı ve İsrail karşıtı yönetimler birer birer alaşağı edilmişti.
İran’ı bir kenara bırakırsak, keyiflerini kaçıran tek ülke, yöneticilerini “Gezi”ye çıkaramadıkları Türkiye kalmıştı.
Hemen “maşa” değiştirip “17/25 yargı darbesi”ni denediler ama yine olmadı.
ABD taşeronu PKK ve DEAŞ, şehirlerimizin göbeğinde düzenledikleri hain saldırılar ve 2015’te FETÖ’nün çimento olarak kullanıldığı “7 Haziran Şer İttifakı” da sonuç vermemişti!
Son çare olarak, 15 Temmuz 2016’da, satılmış lejyonerlerini kullanarak, işgali denediler.
O gece “Türkiye formalı Amerikan askerleri”nin bu millete reva gördüğü vahşet, patronlarının; “Bu sefer mutlaka sonuç alın” talimatı gereğiydi.
Ama yine olmamıştı!..
Bu tehdit bitti mi?
Asla…
Çünkü, etrafımızdaki onlarca ülkeyi kan gölüne çevirerek adım adım ördükleri “Büyük İsrail” kemerinin “kilit taşı” Türkiye’dir.
Yani Türkiye’yi de Sisi gibi bir “Müstemleke Valisi”ne teslim edip, Erdoğan’ı da Mursî gibi bir daha gelemeyecek biçimde gönderemedikleri sürece, yıllardır yaptıkları operasyonlar nihaî amacına ulaşamayacaktır.
Şimdi…
Tam da bunun için Amerika’nın bitmeyen PKK/PYD sevdası, S-400 alerjisi, “Megali İdea”cı megalomanların peşine takılan Avrupa’nın; “Doğu Akdeniz’e sadece Türkiye giremez” zorbalığı gibi “cephe”lerde yürütülen mücadeleye, muhalefet ve medya başta olmak üzere toplumun bütün kesimleri destek vermek zorundadır. Siyasi rekabet, bu “kırmızı çizgi”nin dışında kalan alanda olmalıdır.
Oy bir emanettir
“Beka problemi yok” demekle bu riskler ortadan kalkmıyor.
Yedi düvelin kuşatmasını bırakın, Mursi’nin; iğrenç bir vurdumduymazlıkla yavaş yavaş öldürülmesine, “Darısı başımıza” diyebilmek bile, bir toplum için başlı başına “Beka” meselesidir.
Onun için oy, bizdeki vatan emanetidir, doğru yere verilmelidir.
Bireysel açıdan çok önemli olan ekonomik problemler, millî menfaatlerimizin yanında bir ayrıntıdan ibarettir.
Bunun için de, bu “baraj sorusu”nu geçen adaylar arasında “seçim” yapmalıdır.
Türkiye’yi bir kaşık suda boğmaya çalışan Amerika’nın doğrudan sahip çıktığı bir adayın; yukarıdaki tehditler konusunda milleti ikna edemediği sürece, ciddiye alınması çocuklarımıza ihanettir.
Bu husus, oy kullanacak her vatandaşımız için büyük sorumluluktur.
Bizden söylemesi…