Evvela şundan başlayalım ki; Libya’nın iç dengelerindeki ağırlığın mutabakat hükümetine dönmesi, meselenin esasını oluşturmakta.
Fransa, Rusya, Mısır gibi Hafter’den yana ağırlık koyan aktörlerin “cephe değişmesi” kolay olmasa da, Türkiye “ağırlığın merkezini değiştirmiş” durumda.
Göle taş atarsın, o taşın etkisi ile suyun dalga dalga etrafa çember oluşturmasını düşünün. Türkiye’nin hem askeri, hem eğit donat danışmanlık dalında, hem de insani yardım bakış açısı ile olaya talip olması, Akdeniz’i farklı boyuta taşıdı. Anlamını da, siyasi ağırlığını da.
Rusya’nın bu durumu hazmetmesi kolay olmasa da, konunun varacağı noktayı öngörebilecek kadar meseleye hakim olmaları, yeni aktör bulma çabasından daha ziyade “Türkiye ile ortak hareket planına yanaşacakları” azar azar görünmeye başladı.
BAE’nin “İsrail masası” rolünde gösterdiği boyun ölçüsü de giderek azalacak cinsten! Çünkü İsrail her ne kadar Filistin konusunda Türkiye ile karşı karşıya gelse de, nihayetinde Akdeniz’de çaresiz el sıkışma zorunluluğu hissetmesine, uzak mesafe yok gibi!
Yunanistan Dışişleri Bakanı geri adım atarak “Türkiye ile anlaşmaya hazırız” demesinin arkasını iyi okumamız lazım.
Tek başına “Yunanistan” diye bakmadığımız açıktır. Tam da bu rüzgar eşliğinde Türkiye’nin hakkı ve hukuku olan Ayasofya’yı camii olarak yeniden değerlendirmeye almasını da, hesaplı siyasi aklın ürünü olarak görmemizde yarar vardır.
Türkiye’nin ve esasen de Başkan Erdoğan’ın siyaset yapma kabiliyetine uzun zamandan beri dikkat edenler farketmiştir ki, ilmi siyaset yolunu derinden benimsediği için satranç hamlelerini siyaset kurgusuna yansıtmaktadır.
Ve Akdeniz – Libya hattındaki uygun zemine “Ayasofya Camiinin ibadete açılması” fikrinin oturtulması rastgele hamle değildir. Bu da siyasi irade ve güç talep eder. Türkiye’nin geldiği noktanın bir nevi bize “görsel yansımasına şahitlik etmekteyiz” dersem yanılmayız.
Ama diğer kanattan da Akdeniz’deki sondaj gemilerinin faaliyeti meselesi var.
Libya hattına hakim olabilmek, petrol fiyatlarını etkilemekten tutun, alternatif kaynağı oluşturmaya kadar ekonomik olarak da faydalı raya oturduğumuzun farkındayız değil mi?
Elindeki alternatifleri çoğaltabilen siyaset aklı, nasıl bir güç merkezine dönüşebileceğini analiz ediyor muyuz? Biz ediyoruz da! Hani Sultan Ahmet Camii’nin bile müze olmasını öneren yapının bunu görmediğini merak ettiğimiz için, bu soruyu soruyorum esasında.
Evet, şimdi gelelim yansımalara! Lübnan’da bir televizyonda Ermeni asıllı sunucunun, Türkiye ve Erdoğan aleyhinde hadsiz sözlerine kimden sert tepki geldi acaba? Lübnanlı kardeşlerimizden değil mi? Bunlar basit gelinen noktalara değildir. Yani şimdi birileri, hatta BAE yönetiminden de bahsederken lütfen şunu unutmasın, BAE’deki halkın ne düşündüğü önemlidir. Sisi gibi birilerini ararken, yine karşılarına halkın rengi, dili, dininden olanların karşılarına dikilmesini sağlayan da Türkiye’dir. Türkiye’nin her başarılı hamlesi, coğrafyanın gariban halklarına daha ne mutluluklar verecektir? Allah ömür verirse hepimiz bunu göreceğiz inşallah.