Muhtemelen sizler bu satırları okurken, Türkiye yakın tarihinin belki de en önemli adımlarından birisini atacak. Demokratikleşme paketi, elbette bugüne kadar atılan adımların bir hasılası. Ancak yine de 30 Eylül 2013 tarihini bir kenara not etmemizi sağlayacak, cesur ve bir o kadar da tartışma yaratacak bir paket toplumun önüne çıkacak.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, paketle ilgili şu önemli vurguyu yaptı: ‘Kimsenin zoruyla, dayatmasıyla, baskısıyla değil, sözünü verdiğimiz için, şartlar oluştuğu için ve artık engeller ortadan kalktığı için bu paketi hazırladık.’
Bu değerlendirmenin, hem yakın bir tarihe kadar yapılan bazı eleştirilere, hem de paketin açıklanmasıyla ortaya çıkacak yaklaşımlara cevap niteliği taşıdığı çok açık. Çünkü akıl almaz bir ısrarla Türkiye’nin demokratikleşme sürecini, sadece belli isim, kesim ya da talepler üzerinden okumayı tercih edenler var. En kötüsü bu yaklaşım, toplumun belli bir kesiminde ‘PKK istediği için bu adımlar atılıyor’ algısını ortaya çıkarıyor.
Bu yaklaşımın çok geniş bir alana egemen olmadığını pekçok örnekte gördük elbette. Sözgelimi 12 Eylül 2010’daki anayasa referandumunda toplum, AK Parti’nin oylarını aşan bir oranla ‘evet’ tercihini işaretledi ve artık kendi içinde sağlam dengelere sahip bir ülke istediğini ifade etti. Aynı güçlü talep 2011 Haziran’ındaki genel seçimlere de yansıdı.
Türkiye’de geniş kesimler, demokratikleşme sürecinin herkese mavi boncuk dağıtan bir aldatmaca olmadığının kesinlikle farkında. Bu sürecin getirdikleri kadar belli fedakarlıklar gerektirdiğini de biliyor herkes. Nitekim tam da bu nedenle ve sağduyunun eşsiz katkısıyla müzakere diye adlandırılan dönemi az hasarla atlatmayı başarmış görünüyor Türkiye. Üstelik sözüm ona yıllar yılı demokrasiyi mumla aradığını iddia eden bazı kesimlerin tüm engellemelerine ve çevirdikleri dolaplara rağmen.
Paket açıklanacak, tartışmalar devam edecek. Bu elbette gerekli ve ancak bu yolla daha iyi bir döneme erişmemiz mümkün olacak. Fakat şimdiden not edelim. Bu tür hamleler herkesi asla memnun edemez, etmesi de mümkün değildir zaten. Türkiye’nin daha demokratik ve kendi iç dengelerini sağlam kuran bir yolculuğa hazırlanması, gerek içimizde, gerek yakın çevremizde, gerekse küresel ölçekte, kimilerini hayli rahatsız etmekte, hesapları bozmaktadır.
AK Parti’nin üçüncü iktidar dönemindeyiz. Demokrasi, hak ve özgürlükler alanında elbette daha iyisini düşünmek ve yapmak mümkün olabilirdi; ancak alınan mesafeyi küçümsemek de herkese haksızlık olur. Sürece, kendi bulunduğu çevre, etnik köken, mezhep ya da meşrep üzerinden bakanların memnun olmak bir yana, önünü kesmek için ne denli gayretli olduklarını yakın bir tarihe kadar gördük. Bunda ne yazık ki demokratikleşmeyi bir ülke meselesi olarak göremeyip, iktidarla kavga etmenin ucuz bir yolu olarak gören yapıların da önemli bir payı var.
Son haftalarda yeni bir dünyanın kurulduğuna dair pekçok değerlendirme yazdım. Burada Türkiye’nin nasıl bir rolü olacağına ve bunu doğru tarif etmenin bizi daha güçlü kılacağına işaret etmeye çalıştım.
Demokratikleşme paketi ve bunun üzerinden devam edeceğimiz yol, tüm siyasi partileri aşan öneme sahip. 2011 seçimleri tamamlandığında ‘Başbakan Erdoğan, artık bir siyasi partinin genel başkanı olarak değil, bir devlet adamı gömleği ile kritik sorunlara neşter vuracak’ demiştim. Öyle de oluyor.
Bu sorunlarla cesurca yüzleşmek ve geleceğe yürümek için, onları bir siyasi partinin değil, Türkiye’nin gerçeği/ihtiyacı olarak görmek, hatta en iddialı deyimle küresel ölçekte değerlendirmek en doğrusu.
Demokratikleşmeye dair her adım, Türkiye’nin gücüdür.