Ankara’da ABD Büyükelçiliği’ne yönelik saldırıyla eş zamanlı olarak bölgemizde yaşananlara bakınca, tansiyonu hayli yüksek bir döneme girdiğimizi söylemek abartılı olmaz.
Mesela son bir haftadır Irak’ta yaşanan intihar saldırılarında onlarca insan hayatını kaybetti. Bu tür girişimler zaten hız kesmemişti; ancak son saldırıların, önce Tuzhurmatu’da, dün de Kerkük’te hayli geniş çaplı olması dikkat çekiyor.
Dün Kerkük Emniyet Müdürlüğü’nü hedef alan saldırı, Bağdat-Erbil çatışmasını hayli aşan boyutlara sahip. Kerkük’ün statüsünden uluslararası enerji devlerinin aktör olduğu petrol çatışmasına, Şam’ı ayakta tutmak için çaba gösteren Bağdat yönetiminden Kuzey Irak’ta giderek bağımsızlaşan yapıya kadar pekçok gelişme ve çatışmanın içinde yer aldığı bir denklemden söz ediyoruz.
Sıkça vurguladığım gibi, bu noktada en büyük rahatsızlık Türkiye’nin özellikle Kuzey Irak’ta elde ettiği stratejik derinlikten duyulan rahatsızlık. Bu durum, hem Ankara’nın bölge politikalarında elini güçlendiriyor. Hem de şu sıralar hassas terazilerde tartıp yürüttüğü müzakere sürecinde kendisine katkı sağlıyor.
Dün ne işimize yarar deyip birilerinin dudak büktüğü adımlar, bugün ciddi kartlar olarak elimizi güçlendiriyor.
***
Suriye konusunda özellikle muhalifler üzerinden diplomatik trafiğin hızlanması, bir bakıma Türkiye’nin bu yöndeki politikalarının daha da güçlenmesinin kapılarını aralayabilir. Sık sık eleştiri oklarının hedefi olsa da, Suriye muhalefetinin bunca görüş ayrılığına rağmen hala ayakta kalmasının bir numaralı aktörü Türkiye.
Rusya’nın Türkiye’ye daha yakın duran muhalif güçler üzerindeki arayışlarını giderek artırması, şaşırtıcı bir Ankara-Moskova trafiği çıkarabilir karşımıza. Memleketimiz sınırları dahilinde henüz bir magazin tartışmasını aşamayan ‘Şanghay Beşlisi’ başlığının da bu parantezde yeri olmalı.
Rusya-İran ve de onlara uzaklardan katılan Çin hattı görünürde ne derse desin, Beşar Esad’ı ayakta tutmanın her geçen gün daha pahalıya mal olduğunun farkındalar. Bu konuda başından itibaren hem kendilerinden, hem de Batı bloğundan farklı bir çizgide duran Türkiye’yle isteseler de istemeseler de işbirliği yapmak zorundalar.
Diğer seçenek, yani Türkiye’nin içini karıştırıp, özellikle de mezhep temelli bir fay hattını hareketlendirmeye çalışmak, her ne kadar kıta Avrupası’nın merkez ülkesinin politikası gibi görünse de, az önce yukarıda saydığım bloğun da bu operasyonu sessizce desteklediğini unutmamak gerekiyor.
O nedenle önceki gün gerçekleşen büyükelçilik saldırısını, basit bir Amerikan karşıtlığı üzerine oturtmaya çalışanlar, hele de buna solun tarihinden güzellemeler getirenler, kelimenin tam anlamıyla operasyonun parçası oluyorlar.
***
Kürtlerle yaşanan sorunlar, kimin haklı ya da haksız olduğuna bakılmaksızın Türkiye’nin ayağına yıllarca pranga oldu. Şimdi gecikmiş ve bir o kadar da siyasi riski yüksek adımlarla sorunu yönetilebilir hale getirme yönünde ciddi bir gayret var.
Türkiye’yle bir şekilde hesabı olan herkes, yıllar yılı gözünü bu topraklardaki hassas başlıklara, özellikle iki fay hattına dikti. Birisi Kürtler üzerinden etnik fay hattı, diğeri ise mezhep ayrılığı.
Şimdi, tam da Suriye üzerinden bölgede Türkiye’nin gücü adeta sınanırken; özellikle belli kesimlerin olmadık bahanelerle bu fay hattını harekete geçirmeye çalışanlara destek olması akıl alır gibi değil.
Umarım ana muhalefet lideri bu konularda işlerin nereye kadar gidebileceğinin farkındadır. Yine umarım ki olup bitenin basit bir iç denge ya da çatışma olmadığını, Türkiye’nin kader yürüyüşü olduğunu görecek kadar basiret sahibidir.
Aksini düşünmek bile istemiyorum.