Bugün hala 12 Mart 1971'de ne olduğunu ayrıntılarıyla anlamak çok zor! Kimilerine göre darbe olmuş, kimine göreyse, Emekli General Madanoğlu ve arkadaşları sol bir darbeye soyunurken, Genelkurmay Başkanı Tağmaç, KK Komutanı Gürler, DK Komutanı Eyicioğlu, HK Komutanı Batur, Demirel hükümetine karşı bir muhtıra yayınlayıp, devleti ele geçirmişti. Böylece de sol darbeyi engellemişti! Ardından öyle gülünç şeyler yaşanmıştı ki! Örneğin "muhtıra" ile "muhtarı" birbirine karıştıran bir gazete "muhtarlardan hükümete rest!" gibi ucube bir başlık atmıştı!
Siyasal bilimcilere göre bir ülkeyi yönetenler "hızlı modernleşmeyi" hedef olarak seçerlerse, çatışma ve kargaşa kaçınılmaz olur. İstikrar ve demokrasiyi un-ufak eden unsur ise askeri darbelerdir. Türkiye, Cumhuriyetle birlikte hızlı bir modernleşme sanayileşme, kentleşme, ekonomi ve eğitim, alanlarında hamle üstüne hamle gerçekleştirir. Ülkemiz siyasal kültür açısından hiç de yoksul değildir. Bunalımlar, daha çok iktidarda sürekli kalmayı bir var olma- yok olma sorununa dönüştüren kimi partiler yüzünden gündeme düşer. Bu arada küçük partilerin siyasal tutumları da sorunlara neden olur. Türkiye 70'li yıllarda bu iki sorundan çok çekmiştir. Hükümetlerin kaderi bu küçük partilerin elindeydi. Ve bunlar Ali Kıran Baş Kesen olmuştu. İşte darbelerin ortaya koyduğu yollarla sorunlar çözülemediğinden kısa süre sonra yenisi olmuştur.
Türkiye 1950’de iki partili ve istikrarlı bir siyasal yapıya kavuşmuştu. Muhalefetteki CHP toparlanmış, muhalefette bulunmayı içine sindirmişti. 1957 seçimleriyle de iktidara karşı ciddi bir seçenek konumuna gelmişti. Gerçi 1957'den sonra DP'nin daha bir otoriter yönelimleri benimsemişse de diktatörlük niyetinin olmadığı kesindir. Büyük siyasal ve toplumsal bunalımlar olmamasına rağmen darbe yapılmıştı. Darbeyi TSK içindeki bazı cuntaların birleşmesiyle kurulan bir takım gerçekleştirir. Böylece istikrara kavuşmak üzere olan demokrasi treni raydan çıkar. 1970'e geldiğinde beceriksiz ve siyasal kültürden yoksul kişilerin eline geçen devlet temelinden sarsılmış, yozlaşma sadece siyasette değil sanat ve kültürde de kendini göstermiştir.
Bazı asker ve siviller 27 Mayıs sonrası "devrimin devamından yanaydı". Ve 12 Mart'a uzanan süreçte iç ve dış güçler (ABD) toplum, partiler, gençlik ve ordu gibi "zinde güçler" tam bir hareketlilik içindedir. Bu bağlamda, ateşli yayınlarıyla ses getiren Devrim Gazetesi ve Doğan Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin Düzeni" kitabı çok etkili olmaya başlamıştı. Bu gruba çok yakın bir cunta darbeye hazırdır. Devrim tayfasıyla Nihat Erim gibi CHP'nin önde gelenleri arasında yakın ilişkiler kurulmuştu. Bu grup Baasçı Sosyalizmi Türkiye'de kurmak istemektedir. Üniversitelerde Dev-Genç'in karşısına Komando denen ülkücüler yerleştirilir. Bu arada siyasi partilerin içi de rahat değildir. Feyzioğlu ve arkadaşları CHP'den ayrılarak Güven Partisi'ni kurar. AP içindeki eski demokratlar da Bozbeyli önderliğinde Demokratik Parti’yle siyasi yelpazede yerini alır. İşçi Partisindeyse Aybar, Aren ve Boran grubu çekişmektedir. Özetle darbe için ortam hazırdır. Ve 12 Mart günü radyodaki 13:00 bülteninin ilk haberi muhtıradır. Genelkurmay Başkanı Tağmaç ve kuvvet komutanlarının imzalarını taşıyan muhtıra terör olaylarının durdurulması ve Anayasada öngörülen reformların yapılmasını istemektedir. Bunlar yapılmadığında TSK yönetime el koyacaktır. Aslında ordunun düzeni 27 Mayıs darbesiyle bozulmuş ve bir daha da düzelmemiştir. Utanmadan "Atatürk Atatürk" diyenler, onun "egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözünü hiçe saymış, egemenliği TSK'ya devretmişlerdir. Kısacası 27 Mayıs'ta ordunun içine giren virüs 12 Mart'ta kana karışmış, hastalık olarak dışa vurmuştur.