Attila İlhan, 19 Şubat 1978 tarihli yazısında şöyle demiş:
"Anadolu yarımadasında güçlü bir Türkiye kimsenin işine gelmemektedir. Hasta olmasında, sürekli iç bunalımlarla uğraşmasında yarar umuyorlar. Hele güçlenip de bazı konularda iradesini sağına soluna geçirmeye kalkıştı mı, ayaklarını yerden kesmek için uğraşan uğraşana. İşin güzeli, her seferinde yurt içinden de bu uğraşlarına işbirlikçi bulmaları. Hazin ama böyle."
Tam kırk altı yıl olmuş bu sözler söyleneli.
Son günlerde yaşananlara bakınca...
Kaptan'ın 'Batı'nın Deli Gömleği' kitabına bir daha bakma ihtiyacı duydum.
Hep aklımdaydı...
"Kırk yıl önce kırk yıl sonra" başlıklı bir çalışma yapmak.
Ama Rıfat Ilgaz daha önce bu başlığı kullanmış.
Demem o ki...
Türkiye'de hikâye değişmiyor.
Batı'nın Deli Gömleği'ni okuduğunuzda...
Kitabın yayımlanma tarihinden kırk yıl öncesi de benzer olayları görüyorsunuz.
Söz gelimi, Menderes döneminde de yukarıda alıntıladığımız sözleri aynısıyla kurduracak olaylar yaşanmış.
Biraz daha sabırlıysanız...
Yüreğiniz dayanırsa...
1838 Balta Limanı Anlaşması ve 1839 Tanzimat Fermanı'na kadar giderseniz.
Maneviyata açıksanız ve 'Naima Tarihi'ni okuyabilirseniz, IV. Ahmet dönemindeki çözülmeleri, iktidar mücadelelerini görürsünüz.
Yani...
Üç yüz yıldır benzer döngüler bizi meşgul etmiş, durmuş.
Attila İlhan'ın dediği gibi kurgu değişmiyor.
Tarih, kendini hep yeniden üretir.
Fakat tekrar değildir bu asla.
Tarihin kenarında yaşıyorsanız...
Eğer Batı tarihini merkeze almışsanız...
İşte bu döngüyü yaşayıp durursunuz.
Tarih bizi çağırıyor diyorlar ya...
Ama duyan kim?
Gerçeklikten uzak, köksüzleştirilmiş kelimelerin peşinde insanımızı boğazlamaya teşne bir güruh var.
Dikkat ediniz...
Şimdiye kadar yaşadığımız döngüler, yükselen Batı'nın şekillendirdiği dünyada gerçekleşti.
Şimdi yakın Batı, yani Avrupa ciddi bir kriz yaşıyor.
Bizde ise bir dönem buzdolabına kaldırılan ezberler tekrar dolaşıma sokulmak için ısıtılmaya başlandı bile.
Yine laiklik tartışması...
Yine hilafet, şeriat sövgüleri.
Akabinde Milleti, Türklüğü inancından soyundurma girişimleri.
Üstelik ergen azdıran propaganda teknikleriyle yapılıyor bütün bunlar.
Bir de...
Kirli bir ağ üzerinden çekiliyor operasyon.
Biraz kazıyın, hepsinin aynı şebekeden beslendiğini göreceksiniz.
Şu kendilerini daha yüz yıl önce bize ait olan coğrafyaya karşıt konumlandıran, yabancı düşmanlığı üzerinde nevzuhur ideolojik tahkimat yapan politikacı ile etnikçiler zihin kodu itibarıyla aynılar söz gelimi.
Bütün bu operasyonlar; bizi bin yıllık coğrafyamızdan uzaklaştırıp, yine tarihin kenarında kendi hukukunu ve bağımsızlığını koruyamayan sömürge toplumu olmamızı istiyorlar.
Kirli stratejiyi tersyüz etmek için Batı'nın giydirdiği deli gömleğini yırtıp atmak zorundayız.
Artık hedonizmin perdesi olan laiklik tartışmalarını...
Bağlamsız sekülerizm güzellemelerini bir kenara bırakacağız.
Biz, Cumhuriyet'i eksiğiyle gediğiyle, devletin reorganizasyonu olarak okuyoruz.
Yani Cumhuriyet, bizim devlet geleneğimizin son halkasının rejimi.
Kimsenin bu noktada sorunu yok.
Ama şunu da belirtelim...
"Kemalizm" üzerinden koparılan fırtına, hele hele, 12 Eylül darbesi ile tahkim edilen, anayasallaştırılan bir dolmayı yutanların sloganlarına itibar edecek değiliz bu saatten sonra.
Yeşil kuşak projesinin evrimini de biliyoruz elbette.
Muasır medeniyetleri aşma fikrini, medeniyet kavramının o günkü tedailerini bilmeden konuşanların attıkları sloganlara da itibar etmeyeceğiz.
Cahillerin ezberlerinden başka malzemeleri yoktur.
İlkel pozitivizmi düşünce zanneden bu güruhu 'gerici' olarak kodlayıp bir kenara bırakıyoruz.
Onlar ne kadar ezberlerinde inat ederlerse etsinler!
Türkçe düşünen, dünyaya bu topraklardan bakmaya devam edenler biliyorlar ki;
Bütün kaos stratejilerine rağmen Batı merkezci tarihin ürettiği ve tek dünyayı imleyen anlayış, kıyametini yaşıyor bugün.
Bu hercümerçten çıkış için...
Dün bıraktığımız coğrafyaya ve geleneğe yaslanıp, yeni söz, yeni hukuk inşa etmek zorundayız.
Yoksa işimiz zor!