Günümüz akademi dünyasının en revaçta olan konularından bir tanesi uluslararasılaşma.
Yüksek Öğrenim Kurulu (YÖK) öğrencilik yıllarında hepimizin karşı çıktığı merkeziyetçiliğin ve daha da ötesi 12 Eylül darbesinin bir sonucuydu.
Tepeden inmeci anlayışlarla kararlar alındığında ve öğretim elemanlarının görüşlerini hiçe sayan uygulamalara imza atıldığında, YÖK'ün ve üniversitelerin ne kadar anti-demokratik olduğuna bizzat tanık oldum.
28 Şubat döneminde meş'um Rektör Kemal Alemdaroğlu ve yardımcısı Nur Serter bana parmak sallayarak soruşturma açmakla tehdit ettiklerinde seçimle fakülte temsilcisi olmuş 4. sınıf talebesiydim. Öğrencilerin oyuyla seçilmiş fakülte temsilcilerinin konuşma hakkı gasp edilmişti akademik özerkliğin sembolü olan senato odasında. Postal yalayıcıları o makamların esiri olmuş ve üniversiteleri hapishaneye çevirmek için hararetle çalışıyorlardı. Senato odasında ikisine de geldikleri gibi gideceklerini söylediğimde 21 yaşındaydım.
Üniversitede geçen 20 yılım boyunca ise demokratik bir yaklaşımla yönetildiğinde YÖK'ün değiştiğini, asli görevini yerine getirdiğini, yani bir koordinasyon ve planlama birimi olarak katkı sağladığına tanık oldum.
Türkiye'nin normalleşmesiyle birlikte üniversite yöneticilerinin kimlik siyaseti yapmak yerine liyakate önem verebildiğine, en azından kendi üniversitemde, tanık oldum. Özlük haklarına dönük kısıtlamaları daima eleştirdim ve farklılıkların birer zenginlik olduğunu bulunduğum akademik çevrelerde dile getirdim.
YÖK'ün en önemli adımlarından biri özlük haklarını engelleyen ve kadroları ilan etmeyen yöneticilere karşı öğretim üyelerinin önündeki engelleri kaldırması olmuştur. Dosyasını hazırlayan öğretim üyesinin önü açıktır ve hiçbir yönetici bunu engelleyemez.
Üniversitelerimiz uluslararasılaşma çerçevesinde uluslararası öğrenci ve misafir öğretim üyesi sayılarında her geçen gün önemli artışlar yaşanması YÖK'ün diğer bir başarısıdır. Dünyanın her yerinden öğrenci kabul eden üniversitelerimiz şehirlerimizi dünyaya açıyor. Mesela Kayseri, Konya, Sakarya, Sivas gibi şehirlerimizde Afrikalı, Uzak Doğulu, Güney Amerikalı öğrenciler eğitim alırken bu şehirlerin sanayi ve ticaret ağını küresel talebe de hazırlıyorlar. Savaş nedeniyle ülkemize gelecek Ukraynalı öğrenci ve öğretim üyeleri YÖK'ün üniversitelerimiz için gerçekleştirdiği yeni bir kazanım olacak.
Türkiye'nin 2023 vizyonu akademiyi dünyaya açarken YÖK'ün bu anlamda kolaylaştırıcı adımları olmalı elbette. Dünyada SAT gibi yabancı öğrenci alımında yaygın sınavlar tercih ediliyor. Biz ise YÖS sınavını gerçekleştiriyoruz. Yıllar önce merkezi sistemle yılda bir kere yapılan sınav uzun bir süredir üniversitelerimiz tarafından yapılıyordu. Gelecek yıl YÖS'ün yeniden merkezileştirileceği duyurusu bizleri üzmüştür. Merkeziyetçi uygulamalar ülkemizin dünyaya açılmasının önündeki en büyük engeldir. Sınavın içeriği ve ölçme değerlendirme standartlarını akademik olarak belirlemeniz ve sınırlı sayıda üniversitenin bu sınavları yılın farklı tarihlerinde farklı ülkelerde yapılmasını teşvik etmeniz daha doğrudur.
YÖK'ün geçtiğimiz hafta yayınladığı karar beni ve bilim dünyamızı şaşırttı: "Öğretim dili Türkçe olan lisansüstü programlarda danışmanın gerekçeli görüşü, ilgili Anabilim Dalı Kurul kararı, ilgili Enstitü Yönetim Kurulu'nun onayı ile tezlerin geniş bir Türkçe özet verilmek kaydıyla, İngilizce de yayılabilmesi uygun görülmüştür."
Bu karar YÖK'te ve üniversitelerde hangi düzeylerde tartışıldı? Karara giden süreçte öğretim üyelerinin görüşleri niçin alınmadı? İngilizce tez meselesi üniversitelerin beklentileri ve öğretim üyelerinin gündeminde kaçıncı sırada yer alıyor?
Ben bu karara karşı olduğumu şimdiden ifade edeyim. Üniversitelerimizin uluslararasılaşması ve bilimsel yayınların dünyada görünür olması elbette önemli; ancak tam tersi olmalıydı. Tezler geniş ve açıklayıcı bir özetin (yabancı dilde) ardından Türkçe yazılmalı. Konuya politik yönüyle bakmıyorum. Bilimsel yayınlar anadilde yapılmalıdır ve yabancı dillerde geniş özetiyle birlikte yayınlanmalıdır. Konuya meraklı yabancı sizin bilimsel verinizi biraz zahmet ederek tercüme ettirmeli yahut sizin dilinizi öğrenmeli. Dolayısıyla bu karar doğrudan Türkçe'nin bir bilim dili olarak kabulü ile ilişkili.
Türkçe'nin bilim dili olmayacağını iddia edenler artık tarihte kaldılar. Oysa bugün, artık biz Türkçe'nin bir dünya dili olmasına dönük çalışmaların içindeyiz. Tez çalışmalarımızın çeşitliliği ve içeriğine baktığımızda bu kadar hazır bilginin, verinin yabancı ülkelere kolayca hizmete sunulması doğru değil.
Kararın uluslararası öğrencilerin faydası göz önünde tutularak uygulamaya koyulduğunu varsayalım. Hazırlanacak tezlerin dil kalitesi ne oranda sağlanabilecek? Savunma hangi dilde yapılacak? Tezlerde intihal ve mahkeme süreçlerinde bilirkişi, hakim kararını nasıl verecek? Eğitim dili Türkçe olan programlarda Türkçe eğitim veren öğretim üyelerinin İngilizce yazılan tezleri anadilleri olan bir dil gibi anlamaları ve tartışmaları mı beklenecek? Ayrıca niçin İngilizce? Alman Dili ve Edebiyatı, Arap Dili ve Edebiyatı, Rus Dili ve Edebiyatı kürsülerimizde tezler Türkçe yazılırken, 'Irak'ta demografik yapı' üzerine yapılan bir doktora tezi İngilizce yazılırsa bunun nereye katkı sağlayacağını şimdi tartışmayacaksak ne zaman tartışacağız?
Türkiye'nin yoğun gündeminde tartışılmayan ve aniden önümüze düşen bu kararı çok ciddi bir bilim insanı olan YÖK Başkanı Prof. Dr. Erol Özvar'ın yeniden değerlendireceğine inanıyorum.
Cumhur İttifakı'nın politik değerleri ve muhafazakarlığı Türkiye'yi kendine ait değerleri ile dünyaya taşımak ve özgül ağırlığını hissettirmek üzerine kurulu. Meseleye politik yönüyle bakmasak bile bilimsel boyutlarıyla sorunlar çıkaracağını başka tartışmalar doğuracağını şimdiden öngörebiliyoruz.