2015 Seçimlerinin en ilginç unsurlarının başında HDP geliyor. İlginç olan durum, HDP’nin barajı geçip geçemeyeceğine dair tartışma veya meraktan kaynaklanmıyor. Daha ziyade HDP’nin bu tartışmalara verdiği tepkilerden kaynaklanan ilginçlikten bahsediyoruz. Zira HDP’nin barajla imtihanından çıkacak neticenin bir orijinalliği bulunmuyor.
Büyük bir risk alarak çıktıkları yolda, süreci yönetme sıkıntısı yaşadıkça ilginç sahnelerin sayısı da artıyor. Bu duruma en ilginç örnek ise Demirtaş’tan geldi: “Eğer Hükümetin zerre kadar Türkiye sevdası olsaydı, HDP’nin Meclise girmesi için bizden çok çalışırdı.”
Bu cümle her ne kadar ergen bir tavırla söylenmiş olsa da, hatta Demirtaş’ın deyimiyle ‘Zübük siyaseti’ni aşamayan bir dil olsa da, kendi dünyasında ciddi bir siyasi tavsiyenin ürünü olarak ele alınıyor. İlginçlik ise tam da burada başlıyor. HDP, barajı geçmesinin sadece kendisinin değil, Türkiye’nin de bir sorumluluğu olduğunu düşünüyor. Bunun da ciddi bir siyasi analiz ürünü olduğuna dair kuvvetli bir inanca sahip.
PKK’nın silahsızlanması konusunda, Kandil’i bile geride bırakacak şekilde PKK’nın “kesinlikle silah bırakamayacağını” dillendiren HDP’nin Meclis dışında kalmamasına herkesin destek vermesini istiyor. Böylesi bir desteği isterken kullandığı dil ise baştan aşağı provokatif, müstehzi ve çelişkili söylem inşa ediyor.
Gelinen noktada Türkiye’ye, özellikle de AK Parti’ye borç çıkaran HDP’ye, son 13 yılda eski Türkiye’nin borçları -büyük ölçüde kendisine ait olmamasına rağmen- AK Parti tarafından ödenmiş durumda. Zira vesayet rejiminin yıllarca Kürtlere reva gördüğü muamelelerden kaynaklanan siyasal, ahlaki ve toplumsal borç dağını AK Parti eritmiş oldu. Hatta bugünlerde HDP’nin bu şekilde arz-ı endam edebiliyor oluşu bile, AK Parti’nin 13 yıl boyunca risk alarak borçları kapat-
masından kaynaklandı.
HDP’nin bugünlerde baraj tartışması yaşamak yerine, Türkiye’nin normalleşmiş bir siyasi partisi olma imkânını, -Demirtaş’ın diliyle söyleyecek olursak- “Eğer HDP’nin zerre kadar Türkiye sevdası olsaydı, PKK’nın silahsızlanması için bizden çok çalışırdı” duygusunu ortadan kaldırmak üzere kullansaydı, tahkim edilmiş bir borçtan bahsedilebilirdi.
Maalesef böyle olmadı. Aksine HDP, Kürtlere ve vesayet rejimi tarafından mağdur edilmiş bütün kesimlere birikmiş borçları ödeyen AK Parti’den; bir taraftan cumhuriyet tarihinin ‘en büyük mezalimini’ çıkarırken, diğer taraftan da şeytanlaştırdığı AK Parti’nin kendisine el vermesini istemektedir.
HDP, son tahlilde vesayet rejiminin memlekete olan borçlarından doğmuş bir hareket. Bu borçlar ödendikçe serpilen bir yapının, borçları ödeyen aktörü borçlandırmaya çalışması garabet bir durum ortaya çıkarıyor. Barajı geçme meselesini bir tehdide dönüştüren HDP aklı, başarısızlık senaryosunu Türkiye’ye, başarı senaryosunu ise kendisine ciro ediyor. Bu ergen yaklaşımdan da, Demirtaş’ın ‘Zübük siyaseti’ dediği ciddiyetsizlik sadır oluyor.