Zaman zaman, tartışma programlarında ilginç kavramlarla karşılaşıyorum.
Demografik fırsat mesela.. Bu kavram Türkiye’nin etnik ve dini çoğulculuğu itibariyle, bir fırsatlar ülkesi olduğunu hatırlatan bir kavram. Türkiye bu fırsatı, son yüzyıl içinde nasıl değerlendirdi veya değerlendirdi mi, araştırılmaya ve konuşulmaya değer..
Mardin’i gözünüzün önüne getirin. Süryaniler, Kürtler, Araplar ve bir zamanlar da Yahudiler ve Ermeniler.. Hep bir aradaydı. Gelişme ve ilerleme için, bu çeşitlilik demografik fırsata evrilecekken maalesef başka şeyler oldu.
Ermeniler ve Yahudiler gitti, ardından da Süryaniler. Bugün çok az bir Süryani nüfus var.
Midyat ve Mardin’de Süryani halkı, ilk ayakkabıyı imal eden, ilk takım elbiseyi diken, taşa ve gümüşe hayat veren bir halk olarak hatırlanıyor bugün..
Bu halk azaldıkça azaldı. Şimdi birkaç yüz aile belki, ya var ya yok, o kadar..
Mardin başta olmak üzere, bölgede kalabalık bir Arap nüfusu da vardı. Çeşitli sebeplerle Batı’ya göçü zorunlu hale getiren siyasi ve ekonomik koşullar en çok Arap halkı etkiledi.
Arap halkın Mardin, Siirt, Urfa ve Batman gibi illerde yerinde kalması, hayatı bu coğrafyada tahayyül etmesi, geleceğini burada görmeye devam etmesi, her bakımdan çok önemlidir.
Kürtler ve Araplar, bu saydığım illerde yan yana ve kardeşçe yaşamaya devam etmeliler. Bu devamlılığı ve sürekliliği mümkün kılacak önlemler hiç ihmal edilmemelidir.
Tersi, sözünü ettiğim demografik fırsatın imkanlarını bir hayli azaltır. Tek etnisiteli, bir toplum yapısı, böyle bir doku, Mezopotamya coğrafyasının hep ret ettiği bir şey olmuştur. Bunca savaşa ve yıkıma rağmen, Mezopotamya ve Anadolu toprakları, hep bu çeşitlilik ve çoğulculuk üzerinden gelecek yüzyıllara kendini taşımıştır.
***
İki gün önce Mehmet Acet’in ‘Son Baskı’ programında, değerli dostum Prof. İşaya Üşür, ki kendisi Elazığlı’dır, Türkiye’delilik kavramını kullanınca, ‘demografik fırsat’ kavramı gibi çok ilgimi çekti bu kavram da.
Bu aralar benim en çok kullandığın Türkiyelilik ya da Türkiye yurtseverliği kavramını sanki güçlendiren, kıymetini arttıran bir kavram gibi geldi bana.
Bazılarımız, evet, Türkiyedelilik kavramına, öbüründen daha yakınız sanki.
Türkiyedelilik, bu ülkede yaşamak, hayatını kazanmak, bu ülkede bulunmak anlamında kullanıldığında-ki başka bir anlam, bir aidiyet yüklemek o kadar kolay değil-Türkiyeliliğin zıddı bir kavram olarak beliriyor.
Türkiye’de ‘olursunuz’, adresiniz Türkiye, yani Türkiye’delisiniz ama Türkiyelilik sizden uzak bir durum, bir hal olabilir pekala.
Bu ülkede yaşayanların ekseriyeti Türkiyeliliği, güçlü bir aidiyet ifade eden bu kavramın çağrıştırdığı bir siyasal ve toplumsal hatta sanatsal ortam içinde yaşıyor ve bu ortamı ruhsal manada çok güçlü bir biçimde, teneffüs ediyor.
Ama Türkiye’deliler, sadece yaşıyorlar. Türkiyeliliğin ifade ettiği anlamın dışında bir yerdeler.
Türkiyeli olmayı bir türlü beceremeyenler için, aslına bakarsanız, Fransa’dalı, Amerika’dalı, İngiltere’deli olmakla Türkiye’deli olmak arasında pek bir fark yoktur.
İşaya Üşür’ün bu iki kavrama nasıl yaklaştığını, bu iki kavram için ne düşündüğünü bilmiyorum, çünkü söylemedi. Ama kullandığı bu kavramın bana düşündürdüğü bu yazıda ifade ettiklerim oldu.
Ben galiba, Türkiye’deli değil, Türkiyeli biriyim.
Ya siz, hiç düşündünüz mü, Türkiyeli misiniz, Türkiye’deli mi?