Bölgemizde yaşanan yeni sorunlar, ortaya çıkan rekabet ve iktidar kavgaları, her bakımdan son derece öğretici oldu. Sadece Suriye meselesine bakmak ya da şu son birkaç günde İran konusunda yazılanlara göz atmak bile, ders almaya yeter de artar bile.
Sırasıyla bakalım neler öğrenmişiz bu günlerde:
Bir: Suriye sorunu, İran tartışmaları apaçık biçimde göstermiştir ki, yakın coğrafyamız ve özelilkle de İslam dünyasına olan ilgimiz, bu yöndeki bilgimiz ve kavrayışımız yetersizdir, eksiktir ve dahası vahim ön yargılarla doludur. Bunca cehaletin bizi nereye götüreceğini görmek için öneri: Son bir haftadır yaşanan kriz üzerinden kaç tane ciddi İran analizi okuyabildik? Cevap: Saymak için bir elin parmaklarına bile ihtiyacımız yok!
İki: Siyaseti suçlamak yerine; kültür, sanat, edebiyat ve topyekün entelektüel hayat üzerinden, bu coğrafya üzerindeki cehaletimizi nasıl gidereceğimizi düşünmenin vakti gelmiştir, yazık ki geçmektedir.
Üç: Mevcut bilgi, algı ve kavrayışlar, birkaç istisna dışında ya tümüyle ithaldir, uluslararası sistemin zokalarını yutmaya gönüllü olmuş zavallıların çırpınışlarıdır. Yahut bu coğrafyanın tarihinden, medeniyet kodlarından habersiz koyu bir cehalettir. Uluslararası sistemin tezlerine karşı çıkan her tezi, ucuz bir ‘ulusalcılık’ ithamıyla yaftalayanlar ve Türkiye’nin kendine özgü duruşunu ‘emperyalizmin tetikçisi’ olmakla suçlayanlar aynı yolun yolcusudur.
Dört: İran’ın gerek kendi iç dengeleri, gerekse uluslararası sistemin baskısıyla köşeye sıkışmaktan kaynaklanan hamleleri, Türkiye’nin soğukkanlı ve akıllı dış politika kurgusuyla boşa çıkmıştır. Endişeye, goy goyculuğa ve ucuz taşeronluklara ihtiyaç yok; hep böyle olacaktır.
Beş: İran’ın aklı başında aktörleri, bu coğrafyada Türkiye’yle hasım olmanın neler getireceği konusunda yeterince fikir sahibidir. İkinci dereceden aktörlerin ne dediğini alıp köpürtmek yerine, İran’da yeni iktidar dengelerinin nasıl olacağı üzerinde kafa yormak daha doğru olacaktır.
Altı: Hala ve ısrarla, Türkiye-İran arasında çatışma arayanlar ya da Tahran’a yönelik bir saldırıda Ankara’nın elini kolunu kırmak isteyenler, bir gerçeği gözden kaçırıyor. Türkiye dış politikasını şunu ya da bunu korumak için değil, kendisi için inşa ediyor. Bunu anlamak niçin bu kadar zor!
Yedi: Bu alanda ciddi bir diğer sorun, devlet-iktidar ekseninde ortaya çıkan politikaların varlığının, siyaset dışı alanlarda varlık göstermesi gereken kesimlerin üretkenliğini sınırlaması, neredeyse yok etmesidir. Devletin doğru politika üretmesi, bu konuda hassasiyet sahibi olması gerekenlerin sorumluluklarını ortadan kaldırmıyor. ‘İktidar gereğini yapıyor’ demek tehlikeli bir boşvermişliktir.
Sekiz: Türkiye’de özellikle dini yapıların giderek artan etkinlikleri, sivil toplum merkezli olarak güç kazanmaları, gelecek için çok büyük değer taşıyor. Ama bunların güçlerini Ankara’da iktidar kavgalarında tüketmek yerine, önümüzdeki geniş coğrafyada tarif etmek, hem içerideki gerilimi azaltacak, hem de Türkiye’nin gücüne güç katacaktır.
Dokuz: Türkiye’nin İran’la, başta Suriye ve Irak konusunda olmak üzere çeşitli alanlarda rekabet ettiğini bilme ya da görmek için derin analizlere ihtiyaç yoktur. Ancak bu rekabetten çatışma icad etmek için çabalamak yerine; iki büyük bölge gücünün giderek genişleyen rekabet alanında yeri geldiğinde uzlaşmasını sağlamak, akıllıca bir tercih olacaktır.
On: İran’la yaşanan bir haftalık kriz göstermiştir ki, bu alanda çabucak savrulmaya, kıştırtılmaya hazır kesimler vardır. Daha fazla sağduyu, daha fazla doğru bilgi ve kavrayıştan kimseye zarar gelmez. Yeter ki niyetler iyi olsun.