Başbakan Yardımcısı Ali Babacan diyor ki “İran, Türkiye’ye tam bir hayal kırıklığı yaşattı”. Sayın Babacan’a göre her gün çocuk-kadın demeden sivilleri katleden Esed rejimini destekleyen İran’ı anlamak mümkün değil. Babacan ayrıca Türkiye’nin İran’a çok destek çıktığını, ancak bunun karşılığını alamadığını da açıklıyor:
“Biz İran’a çok destek çıktık. Bütün dünyada neredeyse avukatlığını yaptık. BM’de, AB’de ve ABD’de sürekli savunduk. Niye? Çünkü komşumuz.”
Sayın Babacan’ın sözlerinden anlıyoruz ki İranlı yetkililer Türkiye’ye karşı ikiyüzlü davranmışlar. Türklerin yüzüne bir şey söylemeyen İranlılar, perde arkasından Türkiye’nin politikalarının altını oymuşlar, Türkiye’nin desteğine karşı bir tür takiye yapmışlar.
***
Aslında bu tespitlerin hiçbirisi bizim için sürpriz değil. İran’ın ne olduğu yüzlerce yıllık bir gerçek. Buna rağmen Hükümet şansını bir kez daha denemiş oldu ve deneme hayal kırıklığı ile sonuçlandı.
Devletlerin dış siyasetlerindecoğrafya ve tarih bazı değişmez davranış kalıpları oluşturur. Bu bağlamda Anadolu’da kurulan devletler birçok konuda benzeri tavırlar sergilemişlerdir. Anadolu için İran, yani Persler her zaman doğal bir tehdit olagelmiştir. Aynı şekilde kuzeyden gelen akınlar da bir diğer ana tehdit kaynağıdır. Dolayısıyla Türk dış politikasında İran’ın veya Rusya’nın yerini doğru tespit etmek isterseniz yüzlerce, hatta binlerce yıllık bir çerçeveden konuya bakmanız gerekir. Böyle baktığınız zaman eski Yunan’dan Bizans’a, oradan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar İran’ın Anadolu’ya bakışında değişmeyen unsurlar olduğu rahatça görülebilir. Başka bir deyişle Müslümanlığa girmek İran’da belli davranışları değiştirmiş olmasına rağmen, bazı durumlarda İran’ın kadim kökenleri zamanla İslam ve Şiilik perdesi arkasında hayat bulmuştur.
İran’ın Şiileşmesi ise kaderin bir cilvesi olarak Farslar tarafından değil, Türkler tarafından sağlanmıştır. Kendisi de bir Türk olan Şah İsmail İran’ın tamamını büyük oranda Şiileştiren kişidir. Daha önceleri Kum ve çevresinde güçlü olan Şiilik ondan sonra İran’ın tamamına hâkim olmuştur. Şah İsmail bunun için büyük Sünni katliamları yapmaktan da çekinmemiştir. Ayrıca Şah, mezhep farkını Anadolu’nun içlerine sarkmak ve bir diğer Türk imparatorluğu olan Osmanlı’yı ele geçirmek için de kullanmıştır. Benzeri bir tutum İran’ın Arap dünyasına yaklaşımında da görülebilir.
***
İlginçtir İran’ın mezhep üzerinden dış politika inşa etme ve diğer bölge ülkelerine sızma çabaları modern zamanlarda da sürmüştür. İran, 1979 İslam Devrimi’nden sonra ‘İslam devleti’ olduğunu iddia etmişse de 1979 sonrasında tarihsel sürekliliğin sürdüğü görülür. Bu durumu İran’ın Azerbaycan politikasında net bir şekilde görebiliriz. Sözde İslam devleti olan İran, Müslüman bir ülke olan Azerbaycan’ın toprakları Hıristiyan Ermenilerce işgal edilmesine ve 1 milyona yakın Müslüman öz vatanlarından sürülmesine rağmen Ermenistan ve Rusya ile birlikte hareket etmiştir. Bu tutum bugün de sürmektedir.
Osmanlı yüzlerce yıl İran tehdidini dizginlemekle uğraşmıştır. Osmanlı’ya askeri anlamda gücü yetmeyen İran ise dini ve toplumsal rahatsızlıklar üzerinden, yani içeriden komşusunu zayıflatmaya çalışmıştır. Bu mücadele imparatorluğun son yüzyılında dahi son derece canlıdır.
İran’ın Suriye, Irak ve Lübnan politikaları bizlere bir kez daha kanıtlıyor ki İran hâlâ eski İran’dır. Eğer yeni hayal kırıklıkları yaşamak istemiyorsak komşumuzun ülkemiz içindeki faaliyetlerini de yakından takip etmemiz şarttır.