Sıra Türkiye’ye de gelecek’. Bu sözler, İran Genelkurmay Başkanı’ndan geldi, tepki de Türkiye’ye ziyarette bulunan İran Dışişleri Bakanı’na gösterildi. Dışişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı’ndan farklı bir açıklamada bulunarak, amaçlarının Türkiye ile İran arasındaki sorunları büyütmek değil, tersine yeni ilişkiler geliştirmek olduğunu ima eden bir karşılık verdi.
Demek ki, İran’da iki İran olduğu artık saklanamaz düzeye erişmiş. Ya da en azından bizim baktığımız yerden böyle gözüküyor. Arap ülkelerinden daha önce başlamış olan ‘bahar’ sendromunun İran’daki yarıkları büyüttüğü anlaşılıyor. Çok kabaca bu iki İran’dan birisi, belki ABD ile olmasa da, Avrupa ülkeleriyle ilişkileri normalleştirme arzusunda olanları ifade ediyor. Bu kesim, Batı dünyasıyla aralarındaki bağ koptukça, İran’ın Rusya’ya tek taraflı bağımlılığının arttığını ve Çin-Rusya rekabetinde savunmasız kaldıklarını ileri sürüyorlar.
Diğer İran’dan kast edilen ise, varlığını aynı anda hem Batı dünyasıyla hem de Batı’nın bölgedeki müttefikleriyle kavga etmekte gören kesim. Bugün ağırlık sahibi olanlar, bu ikinci kesimdenmiş gibi gözüküyor.
Bölge dengelerinde İran
İran, Ortadoğu ve Orta Asya’da Şiilerin yaşadığı ülke ya da bölgeler üzerinde sadece kültürel ve siyasi değil, askeri bakımdan da etkisini artırma stratejisi uyguluyor. Bu strateji Rusya tarafından da desteklenen yönlere sahip.
İran’ın bu stratejisi, Rusya’da yaşayan Müslüman nüfusun Ortadoğu’daki Sünni ve Araplardan uzak tutulmasına yarıyor. En az bunun kadar önemli bir diğer konu ise ekonomik küresel rekabetle ilgili. Rusya doğalgazın ABD ise petrolün patronu olma derdiyle denetlenebilir bir rekabet sürdürüyorlar. İran, ağırlığını Rusya’dan yana koyarak ABD’nin hareket alanını daraltma işlevi görüyor; karşılığında da Rusya’nın izin verdiği ölçüde kendi etki alanını genişletmeyi deniyor.
Rusya’ya karşı Çin kartını da elinden bırakmıyor. Rusya, İran’ı dizginlemek istediğinde, İran Çin ile daha fazla yakınlaşabileceğini ima ediyor. Ancak Rusya, kendisine şantaj yapmaya kalkan İran’dan sıkılmış olabilir. İran’ın Çin ile yakınlaşma tehditlerini, bu ülkeyi Çin ile arasında tampon bölge olarak görüp ilişkilerini İran üzerinden kurmayıp doğrudan kendisi şekillendirebilir.
Türkiye faktörü
Türkiye olmasa, bu politika sorunsuz işleyebilirdi. Türkiye, önce Rusya ile bir dizi antlaşma imzalandı; içinde enerji ve güvenlik gibi stratejik konular da vardı. Bu antlaşma, İran’ın Türkiye ile enerji pazarlığı yaparken araya Rusya’nın girmesi anlamına geliyordu. Yani Rusya, İran dışında başka ülkelerle de ‘yakınlık’ kurabileceğini gösterdi; ama İran için bu tür olanaklar sınırlı kaldı.
Ardından Türkiye, nükleer krizi denen yaptırım kararları alınırken İran’ı savundu. Kısaca Türkiye İran’a ‘normalleşme’si için yardım eli uzattı; ama İran yönetimi ‘kavga’ siyasetini tercih ettiğinden yardım girişiminden hiç haz etmedi.
Türkiye’nin çıkardığı bir diğer sorun da, İran’ın kendi etki alanı olarak gördüğü yerlerde Türkiye’nin giderek artan bir etki yaratması oldu.
Irak’ta Barzani, Suriye’de de Hür Suriye Ordusu ya da Muhaliflerle açık ittifak kuran Türkiye, İran kimi destekliyorsa, tam onun karşısındakini destekleyen bir ülke olarak görüldü. Genelkurmay Başkanı’nın kızgınlığı bundan.
Türkiye’den çok İran’ı zor durumda bırakan açıklama ise bir yandan bugün yaşanan terör olaylarının Türkiye’de iç savaşa yol açacağını ima ediyor, öte yandan bu iç savaşın tahrikçisinin İran olabileceğini söylemiş oluyor.
Bir tür tehdit niteliğinde, ancak aynı oranda da itiraf. Ancak aynı oranda fazlasıyla tehlikeli, zira terör örgütleri sadece Türkiye’de yok.