Milli Eğitim Bakanlığı 28-30 Kasım tarihlerinde Özel Öğretim ile ilgili bir kongre gerçekleştiriyor.
Konu kanımca son derece önemli, bu nedenden de başta Bakan Sayın Nabi Avcı ve Özel Öğretim Genel Müdürü sayın Ömer Faruk Yelkenci’yi tebrik etmek gerekiyor.
Ancak, bu Kongrenin sonuçlarının başarılı olabilmesi için kanımca ilk tartışmaya açılması gereken konu Türkiye’de bir özel öğretim kavramının var olup olmadığı.
Bu soru ilk bakışta anlamsız gelebilir zira ülkemizde çok sayıda özel ilköğretim okulu, özel lise, sayıları hızla artan vakıf üniversiteleri, çok sayıda dershane, başka özel öğretim kurumları mevcut.
İlk sorulması gereken soru, bu soruyu önemsiyorum, bu kurumların ne ölçüde “özel” kavramını içermesi gereken özellikleri taşıyıp taşımadıkları.
Özel öğretim kurumu kavramı bizim ülkemizde sadece özel okulların mülkiyetiyle sınırlı.
21. yüzyılda yani yeni ekonominin kavramlarının ve gereklerinin geçerli olacağı bir dönemde özel okul, özel mülkiyet kavramları da öne çıkacak, daha doğrusu öne çıkmalı.
Bizim özel öğretim kurumları sisteminde okulların mülkiyeti özel kişi ya da kurumlara, vakıflara ait ama bu özellik dışında her şey, evet her şey, en küçük detayına kadar merkezi bir biçimde düzenleniyor.
Müfredat aynı, öğretmen olabilmek için gerekli koşullar aynı, ders saatleri aynı, her şey aynı.
Ritüeller, törenler, sınıfların dizaynı ve süslenmesi bile aynı, duvarlara asılacak resimler, sözler, haritalar bile aynı.
Hem devlet okullarında, hem de özel okullarda aynı.
Çocuklar aynı öğretim, eğitim süreçlerinden geçiriliyorlar.
Tabi ki, okullar arasında oluşabilecek farkların, yöntemlerin bir sınırı olacak ama bu sınırı hukukun evrensel ilkeleri, anayasanın temel ilkeleri belirlemeli.
Okul yöneticilerini, öğretmenleri bağlaması gereken temel baz bu hukuk ilkeleri olmalı ve sadece bu olmalı.
Öğretim süreçlerinde yoğun bir rekabete ihtiyacımız var ama bu rekabet, mesela liselerde, binalarla, tenis kortlarıyla, yüzme havuzlarıyla değil, öğretime, eğitime yaklaşımla, farklı müfredat anlayışlarıyla, farklı hoca profilleriyle olmalı.
Zaten, ne zaman değişeceğini bilemediğimiz bir üniversite giriş imtihanı diye rekabeti, rekabetin sonuçlarını belirleyen bir mekanizma var önümüzde, bu mekanizmayı görmezden gelerek eğitim-öğretim gerçekleştirmek olanaksız liselerde ama bırakalım lise yönetimleri bu kısıt (ÖSS, ÖYS) altında bile bazı düzenlemeleri kendileri yapabilsinler mesela özel bir lise “benim mezunum iki ya da üç dili bir ölçüde öğrenerek liseden mezun olacak ama daha az tarih, daha az coğrafya dersi yapacağız” diyebilsin.
Bu kararın, varsa maliyeti, öğrenciler, veliler ve okul yönetimi üstlenir ama çocuklar da hayata üç dili biraz öğrenerek atılırlar.
İngilizce dışında biraz arapça, biraz rusça, biraz ispanyolca bilmek o saçma sapan tarih, coğrafya, din kültürü ve ahlak bilgisi, milli güvenlik (bu sonuncusu kalktı galiba) derslerinden daha iyi değil midir?
Özetle şunları söylemek istiyorum:
1- Eğitim süreçleri okullar, kurumlar arasında bina farklılıklarını aşan rekabet unsurlarının devreye girmesini gerektiriyor.
2- Yeni ekonomi ve küresel rekabetin gerekli kıldığı yaratıcılığın mevcut tekdüzelik içinden üremesi/üretilmesi imkansız.
3- Okul ortamı, sokak ortamından, aile ortamından daha renkli, daha özgür, daha açık ortamlar olmak zorunda.
4- Sadece mülkiyet ile sınırlı bir özel öğretim anlayışı çok yetersiz hatta anlamsız.
Kongrenin başarılı geçmesini temenni ediyorum.