ABD Başkanı Obama, İran Cumhurbaşkanı Ruhani ve Cumhurbaşkanımız Gül bu yılki Birleşmiş Milletler toplantısının reytingi en yüksek liderleriydi. Suriye gündemi kadar devrimden sonra İran ile yaşanan en yakın temasın adresi olması hasebiyle de BM toplantısı ilgi çekti. Tabii en çok da ABD ve İran, bir de bizim gibi Soğuk Savaş sonrası denklemde kilit konumda olan bölge ülkeleri nezdinde.
Handiyse bahis açılan Obama-Ruhani tokalaşması, bir bukle kelam ve şöyle kameralara tebessümlü bir poz beklentisi boşa çıksa da dönüş yolunda yapılan çeyrek saatlik telefon görüşmesi haberi ve Ruhani’nin sosyal medyada paylaştığı neşeli pozuyla ikame edildi.
Bu arada kimi kötücül Ortadoğu uzmanlarımız “İran ABD yakınlaşması Türkiye’yi Ortadoğu’da iyice köşeye sıkıştıracak” demeye başladılar; felaket senaryonu yazmaya ayarlı analiz yetenekleriyle...
Oysa Türkiye Suriye konusunda başından beri İran’la karşıt pozisyonlarda olmalarına rağmen durumu gayet iyi idare ettiler.
‘Büyük şeytan’a ne oldu?
Tıpkı isyan dalgası henüz Suriye’ye sıçramadan önce Türkiye’nin Suriye’ye arka çıkması gibi, nükleer silahlanma şüphesiyle İran’ın sıkıştırılmasına da karşı çıkmıştı Türkiye. Nükleer konusunda bugün yaşanan yumuşama Türkiye dedi diye olmadı evet, ama vakti zamanında Türkiye’nin bu konuda sarf ettiği çaba kayıtlarda ve hafızalarda. O halde İran ve ABD arasındaki yakınlaşma jestleri Türkiye’yi Ortadoğu’da köşeye sıkıştırmaz, bilakis elimizi güçlendirir.
Ayrıca hali hazırda İranlı siyasilerin ‘derin İran’ın vesayetinden kurtulan bir dış politika geliştirmesi olsa olsa siyasetin önünü açacaktır. Tıpkı bir zamanlar Türkiye’nin bazı kesimleri çok rahatsız eden “resmi dış politika”dan farklı bir dış politika geliştirmesi gibi.
İran’ın “büyük şeytan” retoriğinden vazgeçmesi “Şii Hilali” korumacılığından vazgeçmesine yol açmaz belki ama mezhep asabiyetini bu kadar agresif bir politikaya dönüştürmekten alıkoyabilir. Zira mezhep asabiyeti olarak okuduğumuz şey de aslında kendi real politikasının kullanışlı bir enstrümanıdır, o kadar.
Tabii ki asıl önemli olan şüphesiz İsrail.
Ruhani konuşurken İsrail heyeti yine BM Genel Kurul salonunu terk etti. Ama daha önce ABD ve pek çok Avrupa ülkesi de salonu terk ediyordu. İsrail bu sefer yalnız kaldı. Üstelik İsrail’in yalnızlığı değerli bile değildi!
Fake analizler ve gerçekler
Davutoğlu ve İran Dışişleri Bakanı Zarif’in East River’daki yürüyüşü de BM’den yansıyan güzel karelerdendi. Davutoğlu’nun bildik real politik yaklaşımlara ideal mevziler kazandıran yeni vizyonunun ülke çıkarlarını hiçe saydığına ve Türkiye’yi yalnızlaştırdığına dair kanının manipülatif bir yanı olduğu muhakkak. Türkiye BM Genel Kurulu için New York’ta bulunan ülkeler arasında en çok temas kurulmak istenen ülkelerden biriydi.
Türkiye doğrularda ısrarcı ancak diplomasi marifetiyle pekala çıkış yolları da arayan bir dış politika izliyor. Başbakan’ın katıldığı G 20 zirvesinden sonra şimdi de Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı’nın yürüttüğü BM görüşmeleri, dış politikada, özellikle de bizim için ciddi bir güvenlik sorunu olan Suriye konusunda tünelin ucunda ışığın göründüğü bir vasata yaklaşıldığı intibası veriyor.
Ruhani’nin İran’a ambargoyu kaldırmaya yönelik nükleer konulu ılımlı mesajları aynı zamanda Suriye konusunda da konuşulabilir bir pozisyonda olduğunun işareti. Ortalıkta dolaşan Türkiye’nin İran’ı masada görmek istemediğine dair bilgi de fake. Suriye sorununun İran’la birlikte çözüme kavuşturulması, kalıcı çözüm için gerek şarttır ve bu, Türkiye açısından hezimet değil kazanımdır.
Bu arada Cumhurbaşkanı dışarıda çalışırken Başbakan da içeride Demokratikleşme Paketi üzerinde çalışıyordu.
Kimimiz beklentimizi çok yüksek tuttuk, kimimiz kanaatkar davrandık ama paket için ilk “yetmez ama evet” Başbakan’dan geldi. “Bu bir son değil” dedi. Daha ileri demokratik paketler de gelecektir şeklinde anlayabiliriz bunu. Özellikle çok dilli eğitim konusunda yeşil ışık olduğu açık bunun.
Son bir şey; paketin gecikmesi, benim gözlemim, kapsamının az daha genişletilmesiyle ilgiliydi. Ayrıca paketin bizzat Başbakan tarafından görkemli bir sunumla kamuoyuna duyurulacak olması biraz da dış dünyaya mesaj niteliği taşıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı’nın New York’ta o çok sık karşılaştığı “Türkiye’de neler oluyor” sorusuna da cevap: Türkiye daha demokratik bir ülke oluyor!