Bizim ülkemizde çok gırgır tartışmalar yapılır. Tartışmaları gırgır diye nitelendirmemin temel nedeni meselelerin gerçek boyutlarından, temellerinden uzaklaştırılarak metafizik bir alanda yapılmasıdır.
Türkiye’de faiz lobisi vardır da, yoktur da diyemem.
Olması ya da olmaması da çok önemli değildir şayet evimizin içi düzenli ise.
Varsayalım ki Türkiye’de çok ama çok güçlü, iç-dış bağlantıları çok kavi bir faiz lobisi sürekli rant kollamaktadır.
Herşeyden önce şunu belirtelim, yasa dışı işler yapmadıkları sürece bu lobiye ancak ve ancak iktisat içi müdahalelerde bulunabiliriz, tekerine ancak iktisat önlemleriyle çomak sokabiliriz, bunu hiç aklımızdan çıkarmayalım.
Risk priminin yüksek tutulmasına ya da gösterilmesine de geleceğim.
Önce biraz geriye gidelim.
Doksanlı senelerde Türkiye’de bütçe açıklarının milli gelire oranı yüzde onun üzerinde (fon talebi), tasarruf oranımız çok düşük (fon arzı), borç verilebilir fonlar piyasamız çok sığ idi.
Böyle bir manzara karşısında faizlerin tırmanmaması olanaksızdır.
Etrafta en çok işitilen söz de, tuhaf bir türkçeyle, “rantiyeci” sözü idi; başka bir ifadeyle paradan büyük para kazanan büyük bir kesimdi suçlanan.
Türkiye’de bütçe açıklarının oluşmasına bu kesim mi neden oluyordu (olmuş idi), bu rantiyeciler nedeniyle mi tasarruf oranımız çok düşük idi, takdirlerinize bırakılır ama bu “rantiyecilerin” büyük para kazandıkları kesin idi.
Bir de üstelik birileri, maliye bu paraya gırtlağına kadar muhtaç iken, hazine kağıtlarının vergilendirilmesini istiyordu, karşı çıkanları da rantiyecilerin sözcüsü ilan etmişlerdi; böyle bir iktisadi ortamda vergi sonrası sanki faizler en az vergi kadar artmayacakmış gibi.
2003 sonrası olağanüstü iyi şeyler oldu, mali disiplin sağlandı, 2006 ile birlikte adeta denk bütçe gerçekleştirildi, faizler eski inanılmaz düzeylerinden yine yüksek ama mukayese edilebilir seviyelere düştü ve en önemlisi “rantiyeci” sözü tarihe karıştı zira paradan para kazanmak zorlaştı.
Bugün Türkiye’de faizler hala yüksek; Yunanistan’ı saymaz isek, Türkiye’nin on yıllık hazine kağıtlarına ödediği faiz yüzde 9’un biraz altında, bu oran ancak Rusya’da, Hindistan’da, Macaristan’da, Meksika’da, Güney Afrika’da bize yakın diyebiliriz. İspanya’da 6.5, İtalya’da 5.6.
Faiz oranları, siyasi, ekonomik beklentileri, riskleri bir kenara koyarsak, ödünç verilebilir fonlarla fon talebinin kesiştiği yerde belirleniyor; başka bir ifadeyle faizleri üç temel etken belirliyor: beklentiler, fon arzı ve fon talebi.
Türkiye’de faiz lobisi var mı sorumuza geri gelelim ve vardır diye kabul edelim; mutasavvar faiz lobisi şayet etkin ise ancak ve ancak bu üç etken üzerinden, bunların zafiyeti üzerinden lobi yapabilir, rantlar elde edebilir.
Tekraren ifade ediyorum, şayet mutasavvar lobi yasa dışı işler yapmıyor ise, Türkiye vergi mükellefine (mutasavvar lobi en çok onları vurur) düşen iş beklentileri olumluya çevirmek, fon arzını (tasarrufları ya da dış kaynağı) arttırmak, özel yatırımlar dışında fon talebini, mesela bütçe açığını düşürmektir.
Bu üç konuda zafiyet varsa, tabiat boşluk kaldırmaz, mutlaka bir lobi devreye girer, vergi mükellefinin parasını da, aynen 90’lı yıllarda olduğu gibi, götürür.
Yapılacak işleri üç kümede toplayalım:
1- Kürt meselesini, komşularla ilişkileri, AB ve Kıbrıs meselesini, Ermenistan sınırı konusunu, vs. bir düzgün raya oturtalım, siyasi ve ekonomik beklentileri istikrarlı biçimde olumluya çevirelim;
2- Tasarruf oranını yükseltelim, senede en azından elli milyar dolar doğrudan yabancı sermaye çekelim, kısa vadeli sermaye hareketlerini daha da cesaretlendirelim;
3- Bütçe performansı çok iyi ama yine de mali kuralı yasalaştıralım, piyasalara daha da bir güven verelim;
Bunlardan sonra kim korkar hain ve mutasavvar faiz lobisinden.