Avrupa'da sağ yükseliyor, demek, yabancı düşmanlığı yükseliyor anlamına geliyor. Bunun köklerinde de Faşizm var, Nazizm var.
Yabancı düşmanlığının son zamanlardaki versiyonu, İslam karşıtlığı tarzında ete-kemiğe bürünüyor. Faşizm – Nazizm fiilen tarihe karıştı ama onun fikri-hissi köklerinin yok olmadığı bir vakıa.
Avrupa'da bütün partiler nazi-faşist kökenli mi, kuşkusuz hayır. Hatta Almanya'nın, İtalya'nın, geçmişteki Nazi-Faşist mirasla (özellikle Yahudi karşıtlığı alanında) ilişkiyi koparmak için özel programlar yürüttükleri de biliniyor.
Ancak, “milli hisler” diye kamufle olabilecek akımlar, siyaseti de etkiliyor. Bunların halkta zemin bulması durumunda da -ki son zamanlarda böyle bir gerçeklik var- diğer partiler bu alana yatırım yapmaya yöneliyor.
Türkiye, milyonlarca işçi ailesi ile Avrupa'nın, özellikle Almanya'nın bir gerçeği.
Türkiye ekonomik ilişkilerle de Avrupa'nın bir gerçeği.
Almanya da, bu özellikleriyle Türkiye'nin bir gerçeği.
Bu gerçeklere, AB ile ilişkiler ve Almanya'nın AB'nin patron ülkesi olması boyutu da ayrı bir mahiyet katıyor.
Mülteci meselesi, Merkel'in Türkiye'nin AB tam üyeliğine bakışı konusu, PKK'ya, muhalif gazetecilere ve son olarak FETÖ'ye alan açma konusu, ilişkileri geren unsurlardı.
Buna bir “madde” daha eklendi, şimdi onun gerilimi içindeyiz.
Referandum kampanyasını Avrupa ülkelerinde sürdürebilme konusu, Almanya'da – Avusturya'da ne ölçüde gündem oldu bilmem ama, bizde siyasetin en hararetli söylem alanı haline geldi.
Olay Bekir Bozdağ ve Nihat Zeybekçi'nin Almanya'da konuşma yapmasının engellenmesi ile başladı ve arkası geldi.
Bekir Bozdağ“Bu faşizmin hortlamasıdır” dedi.
Son olarak sayın Cumhurbaşkanı, “Biz Nazizmin sona erdiğini zannediyorduk” diyerek tokadı vurdu ve ardından Başbakan'ın, Dışişleri Bakanı'nın, AB Bakanı'nın salvoları geldi.
Bu arada bir toplantı sırasında Merkel, Başbakan Yıldırım'ı aradı. Bir durulma emaresi görüldü. Durulmanın işareti olarak Nihat Zeybekçi'nin Almanya'da konuşma yapması gerçekleşti. Acaba Merkel Başbakan Yıldırım'a “Bu işi durultalım, gerilim yükselmesin, sorunu çözeriz” falan mı demişti?
Acaba birdenbire mesele, Almanya'da (Avusturya -üstelik Başbakan seviyesinde ve üstelik bütün AB'yi benzeri bir siyaset ambargosuna çağırma seviyesinde- ve Hollanda ona eklendi) “Türkiye ve yabancı karşıtlığı”nın siyaset malzemesi haline gelmesi gibi, Türkiye referandumunda da “Batı karşıtlığı”nın halk eğilimini yönlendireceği bir nitelik mi kazanmıştı?
Böyle bir gerilim içinde, CHP tarafından “Hayır”ın ağır topu olarak sahneye sürülen Deniz Baykal'ın, Almanya'da konuşabileceğinin haberleştirilmesi, olayı daha da belirgin biçimde iç siyaset konusu haline getiriyordu.
Bu noktada Baykal, “Bakanların kabul edilmediği bir yerde kendisinin de konuşmaya gitmeyeceği”ni açıklayarak, partisinin “Hayır'ın arkasında Türkiye düşmanı Batılı odaklar var” tarzında bir algıya hedef olmasını, dolayısıylaofsayta düşmesini önlemiş oldu.
Ancak konunun referandumda tartışılmaya devam edeceği açık.
CHP'nin konunun gündemde kalmasını önlemeye çalışması sonuçsuz kalacaktır. Batı'daki bu tarz yaklaşımlara tepki göstermesi de önemli olmakla birlikte, bunun şu anki sıcak duyguları etkilemesi mümkün değildir.
Çünkü Batı dünyasında bir “Erdoğan fobisi” var ve bunun, ister siyasi platformlarda isterse medyada devam edeceği muhakkaktır. O da, “Batı- Hayır denklemi”ni besleyecektir.
Batı, siyasi yelpazenin bütün kanatları ile kategorik biçimde, “Türkiye karşıtı” mıdır, tamamı Türkiye'ye diz çöktürme hesabında mıdır, Türkiye'de milli irade nasıl teşekkül etmişse onunla sağlıklı ilişki kurmaya yönelik hiçbir irade yok mudur, bunun cevaplanması önemli bir konu.
Ama, Batı'da “İslamofobi – Erdoğanfobi” yükselecekse, bunun karşıtının Türkiye'de de yükselmemesi mümkün değildir.
Bu, ekonomik ilişkileriyle, insan kümeleriyle içiçe geçmiş iki coğrafya için sadece sancı anlamına gelir.