Türkiye ile AB arasında gerçekleşen görüşmelerin iki önemli sonucu olduğu söylenebilir. Biri, doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren “Vizesiz Avrupa” konusunun Haziran ayına çekilmesi. Tüm üye ülkeler bu öneriyi kabul ederse, yine hepsi göç nedenleriyle geçici olarak Schengen’i askıya almazsa, vize serbestisi vize kolaylığına dönüşmezse ve vize serbestisi koşula bağlanmazsa Türkiye yurttaşları Temmuz ayından itibaren vize kuyruklarına girmek zorunda kalmadan AB’nin Schengen üyesi ülkelerine gidebilecek.
İkinci önemli sonuç ise AB tarafının belki de ilk kez, “göçmen” sorunu ile birlikte “göç” sorununu da dillendirmiş olması. Sadece göçmen sorunundan söz edilmesi, AB topraklarına yabancıların gelmemesini sağlamaya çalışma noktasına ulaşan bir bakış açısına karşılık geliyor. Öte yandan mesele göç sorunu olarak ele alındığında, bu büyük sorunun kaynağına yönelik çözümler söz konusu oluyor.
Göç sorunun kaynağına yönelik çözüm önerilerinin neler olacağı konusunda bütün AB üyelerinin anlaşmasına, anlaşsalar bile bir uygulamaya geçmelerine, geçseler bile bunu yönetmelerine imkan yok. Bununla birlikte, ilk kez Türkiye’nin savunduğu bir tez, telaffuz edilebildi.
AB ve göç
Türkiye, Suriye topraklarında bir güvenli bölge yaratılmasını, buranın güvenliğinin çok uluslu güçlerce sağlanmasını, Türkiye’nin güvenli bölgeyi iskana uygun hale getirip imar etmesini savunuyordu; hala da savunuyor.
Anlaşıldığı kadarıyla ABD bu konuda az biraz ikna edilebilmiş. Ancak ABD söz konusu bölgenin güvenliğini bir yandan Rusya’ya rağmen yapmak istemiyor, öte yandan NATO’yu gerisinde bırakıp Rusya ile de gerçekleştirmeye taraftar değil. Bu durumda devreye NATO’nun AB’li üyelerinin girmesi, onların Rusya ile de işbirliği yaparak, İran’ı ürkütmeden-İsrail’i şüphelendirmeden güvenli bölgeye katkı sağlamaları gündeme geliyor.
AB’nin çıkmazı, NATO şapkası altında dahi olsa güvenli bölgenin güvenliğini askeri olarak sağlama maliyetine katlanmak istememelerinde; onlar bölgenin imar kısmına dahil olmayı tercih ediyorlar. Bunun için de güvenlik kısmının Türkiye ve İran’ın alanda, Rusya ve ABD’nin arkada durduğu bir düzenekte yapılmasını, kalkınma konusunda da AB ülkelerinin devreye girmesini bekliyorlar.
Söz konusu düzeneğin bir beklenti olduğunun altını çizmek gerekiyor. Zira başta Türkiye olmak üzere bazı ülkelerin buna itirazı var.
NATO ve göç
Göç’ün kaynağına yönelik önlemlerin birlikte alınması aşaması için anlaşılan biraz daha zaman gerekiyor. Ancak süreç başlamış gibi. Zira NATO’nun Şubat ayında aldığı bir karar, dün itibarıyla Ege’de hayata geçmiş vaziyette.
NATO Deniz Görev Grubu-2, yasadışı göçü caydıracak biçimde Türk ve Yunan karasuları da dahil tüm Ege’de faaliyete başladı. Böylece NATO hem Türkiye ile Yunanistan arasında çıkabilecek olası bir krizin ortasına yerleşti, hem de doğrudan göç sorununa, kaynaktan biraz uzak olsa da, dahil oldu.
Görev Grubu-1, zaten Akdeniz’de Kanada, ABD, Hollanda ve Almanya’nın daimi, İtalya, Belçika, Danimarka, Norveç, Polonya, Portekiz ve İspanya’nın arada katıldığı bir grup. Görev Grubu-2’ye ise Türkiye ile Yunanistan dışında Birleşik Krallık’ın da katılması dikkat çekici. Kıbrıs’ın garantörlerinin Ege’de yan yana konuşlanmalarının, muhtemelen NATO’nun Rusya’yı sınırlama amacıyla bağlantısı bulunuyor. Birleşik Krallık hem Akdeniz-Ege havzasını Almanya’ya bırakmama, hem Rusya’nın Suriye’deki üslerinin dışına çıkmasına engel olma, hem de olası “güvenli bölge” için ABD’nin cesaretlenmesini sağlama amacıyla gruba katılmış gibi.