Türkiye’nin AB sürecinden ayrılmaya niyeti olmadığı hem başbakan hem de dışişleri bakanı tarafından defalarca dile getirildi. Bu açıklamaların bir kısmı, hükümetin ‘doğu’ya kaydığını ileri süren içerdeki çevreleri hedef alıyordu, önemli bir kısmı ise AB’ye yönelikti.
Türkiye AB sürecinden vazgeçmediyse, ancak üyelik müzakereleri de yürümüyorsa, bu durumda AB’nin uzayıp giden bu ilişki biçimi için bir çözüm önermesi beklenir. Çözümün biçimi de oluşacak iradeye göre olur. AB üyeleri Türkiye’nin üyeliği yolunda bir irade sahibiyseler, o zaman çözümler süreci hızlandıracak somut adımların atılması yolunda olur; tersi ise süreci en az zararla kesmek yönünde çözümler bulunabilir.
Adaylığın sona erdirilmesi, AB açısından hem hukuken hem de siyaseten çok zor bir konu. Zira Türkiye, üye olabilir bir ülke sayılıp müzakere başlatılan bir aday ve o günden bugüne kadar da üye olmasını imkansız hale getirecek herhangi bir gerileme yaşamadı. Belki beklendiği derinlikte hak ve özgürlükler konusunda yol alınamadı, ancak müzakerelerin başladığı tarihten geriye de düşülmedi. Dolayısıyla ‘Kıbrıs’ dışında süreci sonlandıracak somut bir gerekçe bulmaları zor.
Uygun koşullar
Türkiye, kendisinin AB üyesi olması halinde Kıbrıs sorununun doğal biçimde ortadan kalkacağını savunuyor; AB ise önce sorunun çözülmesini sonra üyeliğin belki gerçekleşebileceğini ileri sürüyor. Türkiye’nin üye olması yolunda ortak bir irade söz konusu olsa, Kıbrıs konusu müzakere sürecinin en son aşamasına bırakılabilir ve üyelik ile eş zamanlı olarak Türkiye AB müktesebatını Kıbrıs’ı da kapsayacak biçimde uygulamaya koyar.
Bu durumda engellenmiş müzakere başlıklarındaki vetoların kaldırılması, halen müzakere edilebilir üç başlığın da müzakerelere açılması gerekir.
AB üyelerinde Türkiye’yi aralarına alacak ortak bir irade ve heves gelişmiş midir, bilinmez. Ancak içinde bulunduğumuz iklim sürecin yeniden canlanmasına izin veriyor. Kıbrıs’ta Annan Planı’na ‘evet denmesi gerektiğini savunan bir siyasetçi hızla cumhurbaşkanlığına koşuyor; Fransa’da Hollande Sarkozy’nin küstürdüğü Türkiye ile ilişkileri yeniden geliştirmek için adımlar atıyor; Türkiye üyeliğini esas bloke eden oyuncu olan Almanya’da ise Merkel’in koltuğu sallanıyor.
Öte yandan Türkiye’de de yeni yargı paketi, PKK ile ateşkes görüşmeleri gibi siyasi düzeyde önemli adımlar atılıyor, ekonomik olarak da güvenilir bir çizgi izleniyor.
Atılabilecek adımlar
2013 yılının ilişkileri yeniden canlandırmak için son derece uygun bir dönem olduğu hatırlatılmalı. Bu yıl verimli biçimde değerlendirilmez ise Türkiye ve bazı Avrupa ülkelerinde yaşanacak seçim atmosferleri yeniden Türkiye-AB ilişkilerinin olumsuz anlamda kullanılmasına yol açabilecek. Üstelik 1915’in yüzüncü yılı yaklaşıyor ve Türkiye ile bazı Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkinin gelişmesine engel olacak çalışmalar da başlamış durumda.
Önümüzdeki bir yıl içinde AB iki dönem başkanı değiştirecek ve her bir dönem başkanlığında en az bir faslın müzakereye açılması talep edilebilir. Bu arada, Fransa’nın da aşama aşama vetolarını kaldırması beklenebilir.
Müzakereler, hukuki uyum ve uygulama benzetimleri sağlanması anlamına geliyor; içinde ciddi mali sorunlar taşısa da, sürprizi olmayan bir süreç. Ancak vetoların kaldırılması ve müzakere edilen fasılların geçici olarak kapanması, bir dizi pazarlığa tabi olacak gibi gözüküyor. Bu pazarlıklar sırasında Türkiye’nin kendi valizinin içini şimdiden doldurması şart ve anlaşıldığı kadarıyla çalışmalar da bu yönde yapılıyor. Tek eksik olan ise sürecin kamu diplomasisi boyutu. Türkiye’deki ve Avrupa ülkelerindeki halklar ikna olmadıkları sürece taraflar arasında ortak irade oluşmaz.